Cevdet DÜZ Adliye Haber İmtiyaz Sahibi
Köşe Yazarı
Cevdet DÜZ Adliye Haber İmtiyaz Sahibi
 

Sivil Toplum Kuruluşları (STK) Bölüm (1-2)

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Bölüm Sivil toplum, bireylerin kendi arzularıyla oluşturdukları ortak yaşam alanını ifade etmektedir. “Sivil” sözcüğü, Latince "civis" kökünden türetilmiştir ve "yurttaş veya kenttaş" anlamına gelir. “Sivil toplum” ise, Fransızca’daki "société civile"den gelmektedir. Bütün bu kullanımlarına dayalı olarak, sivil kelimesi, aslında, vatandaş ya da vatandaşlık kelimesi ile eş anlamlı olmaktadır. Bir bakıma buradaki anlamıyla, sivil toplum, yurttaşlar toplumu olmaktadır. Esas olarak, sivil toplum nedir diye düşünüldüğünde, iki kriter söz konusu olmaktadır. Bunlardan birisi, devletin dışında olma; ikincisi ise, kendi içinde demokratik bir işleyişin olmasıdır. Genel hatlarıyla, sivil yönetimin hâkim olduğu toplum olarak tanımlanabilen sivil toplum , bir başka ifade ile, birimi yurttaş olan toplum türü, yurttaşlık düzenidir. SİVİL TOPLUMUN DÜŞÜNSEL VE TARİHSEL GELİŞİMİ Sivil toplum kavramı farklı toplumlarda yaşanan tarihsel gelişmelere paralel olarak çeşitli biçimlerde tanımlanabilmektedir. Bir toplumda sivil toplumun gelişmesi kültürel bir süreçtir ve çoğulculuk, bağımsızlık, dayanışma, toplumsal bilinçlenme, katılım, eğitim, sorumluluk ve yetki devri unsurlarının gelişmesi ile paralellik taşır. En geniş anlamıyla sivil toplum, "bireyler veya gruplar tarafından gerçekleştirilen ve her türlü toplu sosyal faaliyet" olarak tanımlanmaktadır Sivil toplumun en önemli özelliklerinin başında, kamu bilincinin gelişebildiği, demokratik katılıma imkan veren ve iletişime açık bir alan yaratması gelmektedir. Bu noktada sivil toplum, paylaşılan ortak değerler doğrultusunda gönüllü ve kendiliğinden örgütlenmekte, devletten özerk bir şekilde kendi kendini devam ettirmekte ve aynı zamanda hukuki bir düzen içinde işlemektedir. Sivil toplum, Batı’nın gelişim süreci ve siyasal geleneği dâhilinde ortaya çıkıp gelişim göstermiştir. Eski Yunan dönemlerine kadar uzanan, tarihsel açıdan geçmişi olan söz konusu kavram, düşünürler ve siyasetçilerce değişik ve farklı manalar yüklenerek ifade edilmiştir. Sivil toplum ilk kez Aristo tarafından kullanılmıştır. Sivil toplum, Aristo’nun “Politike Koinonia” olarak ifade ettiği vatandaşların, kentlilerin meydana getirdiği siyasi bir düzendir. “Sivil olanla siyasal olanın ayrımının henüz olmadığı, politik olana ilişkin olan bu anlayışta sivil toplumun (Politike koinonia) diğer toplum düzenlerinden farkı, hak ile haksızlığın ayrıldığı düzen olması yani adaleti temel alan düzen olmasıdır. Aristoteles’in ‘politike koinonia’ dediği böyle bir toplum düzeni, sivil toplum düzenidir. Avrupa’nın bu eski döneminde, sivil toplum kavramı ile devlet aynı anlamlarda kullanılmaktaydı. Bu anlamıyla, sivil toplum üyesi olmak devletin üyesi, yani vatandaş olmakla aynıydı. Bu durum bireylere, o devletin yasalarına uymayı ve diğer vatandaşlara zarar vermeden birlikte yaşama sorumluluğunu vermekteydi.” Sivil toplumun tarihi süreçte gelişme aşamaları genel olarak şu şekilde belirtilmektedir: İlk aşama, bir devletin üyesi olmaktır. İkinci aşama, toplum içinde özerk bir alanı temsil eden birimlerin oluşması ve devlete karşı kendilerini savunarak meşruluk kazanmasıdır. Üçüncü aşama ise sivil toplumun ve özgürlük ortamının toplumsal çatışmaların kaynağı olarak devletin, bu çatışmaları önleyici bir unsur olarak görülmesidir. Son aşama ise üçüncü aşamaya tepki olarak devlet müdahalesinin sivil toplumu ortadan kaldıracağından korkulması aşamasıdır Hobbes, Locke ve Rousseau örneğinde olduğu gibi hayatta kaldıkları dönem boyunca o döneme yol gösteren düşünürlerce biçimlendirilen “Toplumsal Sözleşme” düşüncesi, Aydınlanma Dönemine kadar terim ve teorilere alt yapı meydana getiren egemen fikir olma özelliğini saklı tutmuştur. Toplumsal sözleşme kuramında, devlet ve sivil toplum birdir. Bu birliktelik, Hobbes’un düşüncelerinde apaçık bir biçimde görülmektedir. Hobbes’a göre, sivil toplum olgusuna geçiş yapabilmek için doğa durumunu bırakmak gerekmektedir. Bu gereklilik, doğa durumunun kaotik, çatışmayı zorunlu kılan koşullardan ileri gelmektedir. Doğa, insanları eşit biçimde meydana getirmiştir ve insanlar arasındaki güvensizlik halinin ana nedeni de bu eşitliktir. Eşit şartlar çerçevesinde yarış içerisinde olan insanlar, birbirlerini ortadan kaldırmaya veya kendi emri altına sokmaya çalışacaklardır. Bu yüzden, kaos ve kaosun meydana getireceği savaş durumu kaçınılamaz bir hale gelecektir. Bu sorundan uzaklaşmanın tek yolu bireyleri denetim altında alacak bir gücün olmasıdır. Bu gücü sağlamak için insanların bütün güçlerini tek bir kişiye ya da gruba aktarmaları gerekmektedir. Hobbes’in Leviathan (ejderha) olarak isim verdiği bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu meydana gelmeyecek ve insanlar kültüre ve çağdaşlığa sahip olabileceklerdir. Bir diğer deyişle, çağdaş bir medeniyete geçiş yapılacaktır. Hobbes’e göre, Leviathan’ın gücü belli olmamakta ve gücünü sadece temsil ettiği insanları korumak için kullanabilir. Leviathan’ın başarısız olduğu zamanlarda ise yine doğa durumuna yani kaotik alana dönüş yapılacaktır. Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18. yüzyıldan sonra olmuştur. Böylece sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları bir alan olarak ortaya çıkmaya ve bağımsız örgütlenmelere temel olmaya başlamıştır. 1750'li yıllardan itibaren, sivil toplum, artık devlet kavramıyla ilişkilendirilmekten çıkmış, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı bir kavramı temsil etmeye başlamıştır. Bu durum o dönemde liberal bir dünya görüşünü savunan burjuvazinin, sivil toplum kavramını, siyasi alandan bağımsız, toplumun özel yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış bir sosyal alan ile eş tutmasından kaynaklanmıştır. Hegel açısından sivil toplum Hegel sivil toplumla devlet ayrımı yapan ilk düşünürdür. Hegel felsefesi içinde sivil toplum ile devlet ilişkisi, hem bir zıtlık hem de bir bağlılık kapsamında oluşmaktadır. Sivil toplum devlet bünyesinde var olan anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak, akılcı çözümler geliştirmek ve etik bir anlam kazanmak açısından gereksinim duyarken, devlet de temsil ettiği etik amaçlara ulaşma araçları için sivil topluma gereksinim duymaktadır. Karşılıklı olarak birbirlerine bağlı iki olgu olmasıyla birlikte devlet ve sivil toplum aynı çerçeve içinde değildir. Hegel’in bakış açısında önce devlet gelmektedir. Üstün ve ayrıcalıklı olan devlettir. Tekelciliğin tehlikelerinin farkına varan Hegel, bu tehlikeden uzak durabilmek için devletin üstün konumunu ortaya atar. Neticede sivil toplum bencil menfaatlerin, çekişme ve anlaşmazlıkların kapsandığı bir alandır. Marx açısından sivil toplum Marksist akımının kurucusu olarak kabul edilen Marx, Hobbes ve Hegel’in düşüncelerindekine benzer şekilde, devleti toplumsal ve ekonomik yaşamın bütününü kapsayıcı bir kuruluş şeklinde değil, söz konusu alanları kapsayan sivil toplumun hizmeti altında bulunan bir kuruluş diğer bir deyişle olgu olarak görmektedir. Marx açısından devlet toplumsal hayatın bütün alanlarını belirlememekte, tam tersi bir durum olarak sivil toplum bu alanları belirlemektedir. Marx’ta sivil toplum, ekonomik ilişkilerin belirlediği bir ilişkiler bütünü olarak ortaya çıkar .Marx, sivil toplumu ekonomi politikte aranması gerektiğini belirterek altyapı ve üstyapı arasındaki ilişkiler hakkındaki tezini geliştirir. Üstyapı olarak devlet yani siyasi toplum özerk bir alan olup, ekonomik alanın ait olduğu altyapı ise bencil rekabet, sömürü ve sınıf eşitsizliği alanı olarak ifade edilir. Marx’ın ifadesiyle “ Sivil toplum, üretici güçlerin gelişiminin belli bir aşamasında bireylerin bütün maddi ilişkilerini kucaklar. Sivil toplum,  bütün ticaret ve sanayi hayatını kapsar. Gramsci açısından sivil toplum Gramsci’nin teorisi, bütün Marksist gelenekle kıyaslandığında derin bir yenilik getirir; Gramsci’de sivil toplum altyapısal alanda değil üstyapısal alandadır. Buna ek olarak Gramsci’ye göre sivil toplum Marx’ta olduğu gibi ekonomik ilişkileri değil, ideolojik ve kültürel ilişkileri, düşünsel hayatı içerir. Gramsci, üstyapının iki ayrı düzeyi olarak devlet ve sivil toplumun birbirini nasıl etkilediğini açıklar. Hegemonya teorisinde sivil toplum ile politik toplum yani devlet arasındaki ilişkinin iktidar mekanizmalarını nasıl ürettiğini ve bu iktidarı kalıcılaştırdığını anlatır. Modern anlamda sivil toplum Avrupa’da feodalizmin ve ardından mutlakıyetin çözülüşüyle modernizmin kuruluşu arasındaki geçiş dönemi sivil toplum kavramının geleneksel algıdan modern algıya bürünmesini sağlamıştır. Bu kırılma niteliğindeki olayların yaşanmasıyla devlet ile sivil toplum özdeşliği yerini devlet ile sivil toplum zıtlığına bırakmıştır. Sivil toplumun Hobbes’tan Tocqueville’ye, Hegel’den Marx’a dek gelen geniş bir süreçte incelenişi bu kavramın günümüzdeki toplumlara uyarlanabilen temel özelliklerinin şekillenmesinde kuşkusuz bir katkı sağlamıştır. Bu husus uyarınca, sivil toplum günümüz şartlarında kendiliğinden meydana gelmiş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten bağımsız hukuksal düzen veya normlar kümesine dayalı sosyal yaşantının örgütsel bir alanını ifade etmektedir. Modern sivil toplumun özelliklerini bu tanım kapsamında incelemek mümkündür. Sivil toplum olgusu, modern manasıyla ilk defa 1767 yılında Adam Ferguson tarafından kullanılmıştır. Ferguson, sivil toplum kavramını barbarlığın karşıtı bir anlamda medeniyetle alakalı olarak kullanmıştır. Bu noktada sivil toplum kavramıyla değinilmek istenen husus, şehir adabıdır. Sivil toplumdaki sivilin kökeni şehir yaşantısına paralel olarak hakları ve yükümlülükleri kapsamaktadır. Modernizmin oluşum süreci olarak ifade edilebilecek söz konusu dönem, sivil toplumun da eski kapsamının yerini günümüzde de kullanılan modern kapsama bırakmasına yol açmıştır. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuksal açıdan gerçekleşen kırılmalar neticesinde doğal hukuk kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum özdeşliği, liberal değerler ve bireycilik kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum karşıtlığı olarak değişmiştir. Modemizmin kuruluş süreci olarak adlandıracağımız bu dönem, sivil toplumun da eski anlamının yerini bugün de kullanılan modern içeriğe bırakmasına şahit olmuştur. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuki boyutlarda yaşanan kırılmalar sonucunda daha önce değinilen doğal hukuk çerçevesinde tanımlanan devlet-sivil toplum özdeşliği yerini liberal değerler ve bireycilik çerçevesinde tanımlanan devlet-sivil toplum karşıtlığına bırakmıştır. Çağdaş anlamda sivil toplum, gönüllü, kendini üreten, kendini destekleyici, devletten özerk ve belirlenmiş bir dizi kurallardan oluşan yasal bir düzene bağlı, örgütlü toplumsal yaşamın bir alanıdır. O, genelde, kendi çıkarlarını, hırslarını ve ideallerini ifade etmek, bilgi alışverişinde bulunmak, karşılıklı hedeflerini başarmak, devletten isteklerde bulunmak ve devlet kurumlarını sorumlu tutmak için bir kamu alanında ortak bir biçimde hareket eden yurttaşları içerdiğinden toplum olgusundan farklıdır Toplum en genel anlamıyla, kurumların, kuralların yer aldığı bir ortamda faaliyette bulunan örgütlenmiş insan topluluklarının adıdır. İnsanların örgütlenme biçimleri, zaman içerisinde farklılıklar gösterebilmekte ve bu farklılıklar da onların bir takım özelliklerine göre farklı sınıflandırmalara yol açabilmektedir. Örneğin ilkel toplum, feodal toplum, çağdaş toplum gibi. Sivil toplum ise, çağımızın demokratik ve gelişmiş toplumlarının ortak adı olmaya başlamıştır. Bu çerçevede sivil toplum, hiçbir üst kimliğe ve gerçekliğe başvurmaksızın, kendi gelişimini yönlendirebilen ve anlamlandırabilen, bunun için gerekli dinamikleri barındıran, devletten özerk, sürekli bir gelişme içerisinde bulunan bireyler ile örgütlenmeler topluluğudur. Bu kısa tarihsel analizde görülüyor ki , sivil toplum konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Farklı siyasal bakış açılarıyla sivil toplum kavramına yaklaşanlar olduğu gibi ayni paradigma içinden kavramın içeriği konusunda birbirinden farklı görüş ileri sürenler de bulunmaktadır. Yine de sivil toplumun anahtar kelimeleri olarak, belirli değerlerin önem kazanarak ön plana çıktığı görülmektedir. Birçok sivil toplum teorisyeninin özellikle vurguda bulunduğu anahtar kelimelerin başında, demokrasi, çoğulculuk, hoşgörü, katılım, gönüllülük, özerklik gibi normatif unsurlar gelmektedir. Sivillilikle demokratiklik arasında genelde bir korelasyon bulunmaktadır. Sivil toplum, demokratik toplumların olmazsa olmaz öğelerinin başında gelmektedir. Sağlıklı bir demokrasinin işleyebilmesi için, kamuoyu oluşmasında etkili örgütlerin toplumun bütün katmanlarını kapsaması zorunludur. Toplumun yapısındaki çoğulculuğun kamuoyunu oluşturan kuruluşların çokluğuyla temsil edilmesi gerekir. Sivil toplumun çoğulculuğu, birlikte yaşama kültürünün oluşmasına ve yerleşmesine katkıda bulunur Sivil toplum kavramı siyasi ve felsefi söylemlerde uzunca bir dönem yer tutmamış olup bu kavramın yeniden canlanışı 1990’lı yıllara dayanmaktadır. Bu canlanışta, Doğu Bloğu ve Latin Amerika’daki demokratikleşme yanlısı muhalefetin, Batılı ülkelerde, gönüllü faaliyetlerdeki artışın ve yeni toplumsal hareketlerin kurumsallaşmasının önemli bir rolü vardır. Bölüm Sivil toplum kuruluşları, küreselleşme çağının politika oluşturan aktörlerinden biridir. Bu önemi, özellikle, toplumları yönlendirme konusunda önemli aktörlerden olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kadar önemli olan bu kuruluşlar için kavramsal ve tarihsel çerçeveli bir bakışla hazırlanmış çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışma da, bu çabanın bir ürünü olarak hazırlanmak istenmiştir. Sivil yönetimi icra eden kurum ya da örgütlere sivil toplum kuruluşları, kısa  söylenişi ile STK adı verilmektedir. Türkçe’de STK olarak geçen söz konusu kavram, İngilizce non governmental organizations (NGOs)’daki anlamıyla katılım veya temsilen hükümete dâhil olmayan doğal ve yasal şahıslar tarafından yaratılan hükümet dışı örgütler şeklinde ifade edilmektedir. Ancak, ABD’de STK, gönüllü kamu örgütleri (public voluntary organizations) şeklinde adlandırılmaktadır Tarihsel olarak her toplumda devlet dışı organizasyonların çok eskilere dayanması gerçeğine rağmen, aslında İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünya gerçekleri ile STK’ların gündeme geldiğini söylemek mümkündür. Devletler ve toplumlar arasındaki anlaşmazlıkları çözecek uluslar arası kurum ve kuruluşların, yani BM çatısı altında oluşturulan alt birimlerin, tesis edilmesi çalışmaları ile devlet dışı organizasyonlar teriminin doğuşunun gerçekleştiğini ifade etmek mümkündür Farklı toplumsal sorunlar üzerinde çalışan ve giderek toplumda yaygınlaşıp önem kazanan STK’lar , gönüllü üyeliğe dayalı ve topluma hizmete ve siyaseti etkilemeye yönelik resmi olmayan örgütlenmeler olarak tanımlanabilir. Bu siyasi etkinin boyutları ise, çok farklı olabilmektedir: küresel, ulusüstü (AB), ulusal, bölgesel, yerel ve hatta yakın çevre düzeyi (mahalle sorunları, iş yeri konuları, apartman yönetimi v.s). Kavramsal olarak analizinden sonra STK’ların fonksiyonları ve biçimlerine bakmak gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının tespit edilmiş işlevleri şu şekilde sıralanabilir: Kamuoyu oluşturmak yolu ile, bireylerin taleplerinin dile getirilmesine yardımcı olmak, Çoğulcu toplum yapısının oluşumunu sağlamak suretiyle piyasadaki metalaşmaya ve egemen piyasa değerlerine karşı dengeleyici bir unsur olmak, Kendi içlerinde oluşturdukları katılımcı ve çoğulcu bir kültürle beslenmiş ve aynı zamanda yönetim deneyimi de edinmiş bireylerin yetişmesini sağlamak, Pilot projeler üretmek, bu projelere kaynak bulmak ya da bu projeleri uygulamaya geçirmek yoluyla eğitim, sosyal refah ve istihdam konularında hükümet politikalarına paralel ya da alternatif sorumluluklar alabilmek.” Devlet dışı organizasyonlar ismiyle de anılan STK’ların fonksiyonlarından sonra çeşitlerine bakılacak olunursa; STK’lar yerel, ulusal ve bölgesel şeklinde üç tipte karşımıza çıkabilmektedir. Ayrıca, bulunduğu ülkeye göre de biçimlenebilecek olan STK’ların, hem geri kalmış “Güneyli” ülkelerde hem de zengin sanayileşmiş ”Kuzeyli” ülkelerde politika tayin edicileri, eylemcileri ve araştırmacıları arasındaki profili devamlı olarak gelişme kaydetmektedir. STK’ları var eden faktörler aktiviteleridir. Aktivitesi olmayan STK’nın taban bulması ve doğal olarak da yaşaması mümkün değildir. STK’ları yaşatan aktiviteleri; halk sağlığı ve eğitimi aktiviteleri, sağlık krizlerini ortaya çıkarma, ortak sosyal problemler, çevre olayları, ekonomik değişkenler, gelişme ve ilerleme çalışmaları, kadın sorunları şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplardan halk sağlığı ve eğitimi ile ilgili olarak, genel hijyen, atıkları (evsel, tıbbi, sıvı vs.) elden çıkarma, su kullanımı, aşı, gençlik rehberliği eğitimleri gibi etkinlik çeşitleri olmaktadır. Sağlık krizlerini ortaya çıkarma ve çözme ile ilgili etkinlikler ise, HIV/AIDS eğitimi ve desteği, Hepatit B eğitimi ve madde bağımlılığından kurtarma biçiminde olmaktadır. Ortak sosyal problemler ile ilgili aktivitelere çocuk suçluluğu, evden kaçan kızlar, sokak çocuklarına yönelik faaliyetler söylenebilir. Çevresel etkinlikler ile ilgili örnekler; kullanılabilir su ve enerji tüketimi eğitimi, dağları ve ormanları temiz tutma ve ağaçlandırma şeklimde gösterilebilir. Ekonomik aktiviteler; mikro teşebbüsler (Kobiler) ve makro borçlanmalar, bilgisayar, teknik eğitim, ihtiyaç tedarik etme hizmetleri, giyim ve tekstil gibi beceri eğitimleri üretim promosyon ve dağıtımı, kooperatif oluşturma, finansal danışmanlık ve kariyer geliştirme ile iş araştırma yardımından ibaret olmaktadır. Toplumsal gelişme ve ilerleme ile ilgili aktiviteler; okul yapımı, altyapı inşası, kültürel merkez kurulması ve kültürel faaliyet gerçekleştirilmesi, tarım faaliyeti ve tarımsal uzman yardımından oluşmaktadır. Kadın sorunları ile ilgili yapılan işlere gelince; kadın ve çocuk hakları, hırpalanmış kadınlara yardım hizmetleri, cinsel istismara maruz kalmış kadınlar için grup terapileri, telefon bazlı acil yardım hatları, kadınlara yasal yardımlar ve okuryazarlık yardımları gibi olmaktadır Yukarıda sayılan aktiviteler ile sivil toplum kuruluşları, bir bakıma, pek çok sorunun çözümünde birinci elden ve yakından müdahaleyi sağlamaktadır. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, STK’lar, gelişmiş toplumlarda yaşanan siyasal, ve sosyal ilişki ve gelişmelerin kaçınılmaz sonucudurlar denilebilir. Bütün çağdaş dünya toplumlarında sivil toplum kuruluşları mevcuttur ve mevcudiyetinin ötesinde toplumsal hayattaki ağırlıklarını günden güne daha fazla hissettirmektedirler. Bir başka ifadeyle, çağdaş toplum olmanın göstergelerinden biri olan STK'lar çok önemli kuruluşlardır. Genellikle, ileri düzeyde sanayileşmiş ve gelişmiş toplumlarda karşılaşılan bu oluşumlar, demokrasinin egemen olup olmaması ile doğrudan bağlantılıdır. Yani, demokrasi egemenliği arttıkça sivil inisiyatif grupları, kurum ve kuruluşlarının etkisi artmaktadır. Bu durumun sebebi, halk katılımının sağlanması ile her büyük işin üstesinden gelinebileceği gerçeğine dayanmaktadır. Gelişmiş toplumlarda sivil örgütlenmenin daha etkin ve yaygın bir biçimde olmasının bir başka sebebi, sivil toplumun çoğunlukla şehirleşmenin olduğu, şehirli insanların, şehirli kimliklerin ortaya çıktığı ve serbest pazarın oluştuğu bir ortamda meydana geliyor olmasıdır. Bunun haricinde, toplumu oluşturan insanların birey olmayı başarıp başaramaması sivil inisiyatifin ortaya konulmasında etkili olabilmektedir. Batılı toplumlarda, bu birey olma süreci, eskiden var olan aristokrat sınıfa karşı verilmiş bir mücadelenin ürünü olarak sivil inisiyatif gruplarının faaliyetleri ile tamamlanmıştır. Buna karşılık, eski yapılarında aristokrat kesime sahip olmayan toplumlarda, bu sürecin devlet eliyle bir modernleşme projesi şeklinde başlatılabilme mecburiyeti vardır Sıkça dillendirilen gelişmiş toplum örgütlü toplumdur ifadesi, büyük oranda, güçlü sivil toplum kuruluşlarına sahip olup olmama ile izah edilebilecek bir durumdur. Toplumların bugünün rekabetçi dünya toplumlarıyla tek başına devlet imkânları ve enerjisiyle baş etmesinin imkânsızlığına bakıldığında, sivil yönetim güçlerinin ne kadar büyük bir önem kazandığını anlayabilmek daha kolay olabilmektedir. STK’ların önemini anlamak için uluslar arası arenada karar aldırıp karar kaldırtan örneklere bakmak yeterli olacaktır. Oluşturdukları kamuoyu vasıtasıyla etkileyecekleri geniş seçmen kitleleri gerçeğini hatırlattıkları siyasal hareketlere, siyasal ve ekonomik tercihlerinde rota belirletmek gibi önemli roller üstlenmektedirler. Öyle ki, çok taraflı yatırım anlaşmalarını sabote etmekten tutalım da, çevresel felaket haberlerine kadar pek çok konuda uluslar arası antlaşma ve uzlaşmalarda istedikleri sonucu aldıracak kadar başat bir konum elde edebilmektedirler. Hatta bazen kamuoyunu bilinçli bir şekilde yanlışa yönlendirebilecek güce bile erişme imkânları olabilmektedir Pek çok ülkede çağdaşlığın gereği olarak görülen STK’lar bizzat devlet tarafından fonlanarak kontrol altına alınmaktadır. Bunun yanı sıra, STK’lar toplumsal yapıyı güçlendiren bir kaldıraç olarak görüldüğü için, uygar toplumlarda, yapısına ve üyelerine müdahale etmemek şartıyla kurulmasını ve güçlendirilmesini temin etmek için yoğun çabalar sarf edildiği de bir vakıa niteliğindedir. Kamuoyu oluşturmak, baskı grubu haline gelmek, ülkelerce icra edilen politika tercihlerinde etkileyici rol üstlenmek vs. şeklinde çalışan sivil toplum örgütlerinin çalışma alanlarına örnek olarak dernekler, sosyal hareketler, vatandaşlık grupları, tüketici dernekleri, küçük üretici dernek ve kooperatifleri, kadın örgütleri, yerli halk örgütleri ve çeşitli başka kuruluşlar verilebilir Özellikle, yoğun dış göçe maruz kalan toplum ve devletlerde dışarıdan akan kitlelerin devlet sistemine adaptasyonu ve toplumsal yapıya zarar vermeyecek şekilde dizayn edilmesi pek çok uygar toplumda kurdurulup desteklenen sivil örgütlü yapılanmalar marifetiyle sağlanmaktadır. Bütün bunların ötesinde, STK’lar, vatandaşlık bilincinin gelişimine doğrudan katkı sağlayabilecek kuruluşlar olma özelliğine de sahiptir. Bu özelliğinden dolayı, bunlar, devletlerin önemle geliştirmesi, desteklemesi, katılımı özendirmesi ve yasal altyapı oluşturması gereken yapılanmalardır Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), devlet ve özel sektörün ulaşamadığı alanlarda faaliyet göstermektedir. STK’lar sivil alanda olmaları dolayısıyla önemli bir toplumsal işleve ve toplumsal dinamikleri etkileme gücüne sahiptirler. STK’ların güç ve etkilerinin daha da artması, sivil alanda kalarak ve kendi güçlerine dayanarak varlıklarını sürdürmeleriyle yakından ilişkilidir. STK’lar geniş bir yelpazede faaliyet gösterdiği için bu kuruluşları tanımlama ve sınıflandırma sorunları devam etmektedir. Bu iki başlık özellikle veri toplama ve bunu sürekli hâle getirme söz konusu olduğunda çok acil ve önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum özellikle karşılaştırmalı çalışmalar yapılmak istenildiği zaman daha da önem kazanmaktadır. STK’lar hakkında yapılan çalışmalarda aşırı genellemelerden kaçınılması ve belli dayanak noktaları ve kısıtların temel alınması gerekmektedir. STK çalışmalarında ne tür tanımların tercih edildiği, hangi sınıflamanın kullanılacağı ve hangi tür STK’ların hedef grup olduğu gibi sınırlamalara ve çerçevelere ihtiyaç bulunmaktadır Sivil Toplum Kuruluşu (STK) Kavramı Sivil toplum kuruluşu (STK) kavramı henüz üzerinde uzlaşılmış bir tanıma sahip değildir. STK yerine üçüncü sektör kuruluşları, kâr amaçsız kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar gibi ifadeler kullanılmaktadır. STK’nın hukuki statüsü, faaliyet amacı, inanç ve değerleri, içinde bulunduğu bölge gibi faktörlere bağlı olarak farklı isimlendirmeler bulunmaktadır. Yaygın olarak sektörün kendisi sivil toplum, bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlar da sivil toplum kuruluşu (STK) olarak isimlendirilmektedir. STK’lar, spor ve eğlence kulüpleri, sanat ve kültür dernekleri, okul ve üniversiteler, araştırma kuruluşları, hastaneler, sosyal hizmet organizasyonları, dinî cemaatler, inanç temelli hizmet organizasyonları, insani yardım ve kurtarma organizasyonları, yardım kuruluşları (charity), savunu grupları, vakıflar ve hayır kurumları (charitable trusts) gibi çeşitlilik gösterir. Sivil toplum, devletin dışında kalan ve toplumsal gruplar tarafından doldurulan alanı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında sivil toplum kuruluşu (STK) şeklinde hukuki bir tanım bulunmamakla birlikte sivil toplum, kâr amacı gütmeyen ya da gönüllü kuruluş ifadeleri kullanıldığında dernek ve vakıfları akla getirmektedir. Türkiye’de sivil toplum sektörü; dernek, vakıf, üniversite, hastane, insani hizmet, sendika, meslek örgütü gibi ayrı kolektif aidiyeti olan, organizasyonel ve legal bakımdan farklı türleri içine alır. Bu kuruluşlar yaygın olarak sivil toplum kuruluşu/örgütü (STK/STÖ) ve gönüllü kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır. Üçüncü sektör kuruluşu, kâr amaçsız kuruluş, hükûmet dışı kuruluş gibi ifadeler daha az kullanılmaktadır. Bu kavramlar yerine legal düzeyde dernek, vakıf, sendika, oda, meslek örgütü ve kooperatif gibi kavramlar kullanılmaktadır. Sivil toplum kuruluşu denildiğinde akla gelen kuruluşlar arasında derneklerin ve vakıfların yanı sıra sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler olmaktadır. Bir başka deyişle sivil toplum kuruluşu (STK) için ilk tanımlayıcı öge, hukuki statü olmaktadır. STK kavramıyla birlikte akla gelen örneklerden sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatiflerin bir bölümü (özellikle iktisadi fayda eksenli faaliyet gösterenler), gönüllülük, iktisadi fayda, devletten özerklik gibi kriterler açısından tartışmalı olmaları münasebeti ile kimi yorumlarda STK olarak değerlendirilmezler. STK kavramının daha geniş yorumlarında ise bu kuruluşlara ek olarak siyasi partileri ve üniversiteleri de STK olarak görme eğilimleri mevcuttur. Bu yorum farklılıklarının yanı sıra bu kuruluşlar, yasal işlemleri ve muhatapları konusunda da farklı kamu kuruluşlarıyla ilişkilidirler. Bugün vakıflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne; dernekler, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne; sendikalar, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na; kooperatifler ve esnaf odaları, Esnaf, Sanatkârlar ve Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü’ne bağlıdırlar. Meslek odaları ise kuruluş ve diğer konularla alakalı olarak 5174 Nolu Odalar ve Borsalar Birliği ve Odalar ve Borsalar Kanunu gereği TOBB ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile temas hâlindedirler Sivil Toplum Kavramının Gelişim Sivil toplum kuruluşları mevcut sosyal ve ekonomik yapının içine gömülü kuruluşlardır. Bu kuruluşlar her toplumda derin tarihsel köklere sahiptirler. Sivil toplum tanımında, Avrupa ile Amerika arasında fark vardır. Avrupalılar, kooperatifleri ve sosyal girişimleri benimserken Amerikalılar, kârın dağıtılmaması kriterini çok önemser. Avrupa yaklaşımı sübvanse edildikleri için kamu kurumu, dernek veya vakıfları dışarıda bırakır. Devlete bağımlı olmama kriterini sadece form değil pratik olarak da dikkate alırlar. Batı literatüründe STK’ların yalnızca devletten değil ekonomiden de bağımsız olma yönü vurgulanırken Türkiye’de STK üye ve yöneticilerinin genellikle devletin sahip olmadığı niteliklere işaret ederek STK’ları tanımladığı söylenebilir Sivil toplumun tarihsel gelişimine bakıldığında bu gelişimde dört kaynağın öne çıktığı görülmektedir: Din temelli hayırseverlik çalışmaları Burjuvazinin gelişimi Toplumsal hareketler  Devlet destekli örgütlenmeler Günümüzde sivil toplum ile ilgili unsurların yaşamın her alanında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri, dört temel alanda değerlendirilebilir: ekonomik örgütler, siyasal örgütler, kültürel örgütler  dinî örgütler Yakın zamanda 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından sivil toplum fikri entelektüel ve politik tartışmaların merkezinde bulunmuş ve 1990’lar boyunca da öne çıkmaya devam etmiştir. Bu dönemde “güçlü sivil toplum” kavramı, demokrasinin temel taşlarından olan iyi yönetişim ve çoğulculuk kavramlarına ulaşmak için önemli olmuştur. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri Organize: Belli düzeyde yazılı veya gelenek olarak organizasyon, kurumsal yapı ve işleyişe sahip olmak. Özel: Kurumsal olarak hükûmet dışı ve bağımsız olmak. Kâr dağıtmayan: Faaliyetler sonucu kâr oluşsa bile kâr dağıtmayı yasaklamak ve oluşan kârı faaliyetleri için kullanmak. Kendi kendini yöneten: Genel hukuk kuralları çerçevesinde kendi iç yönetim, işleyiş ve kontrol mekanizmaları oluşturmak. Gönüllülük: Üyelik ve katılımın kişinin tercih ve rızasına bağlı olması. STK’nın organize olması bir dereceye kadar kurumsallaşmış olmasını ifade eder. Burada önemli olan organizasyonun bazı kurumsal gerekliklere sahip olmasıdır. Özel olması, devletten ayrı bir şekilde kurumsallaşmış olduğunu göstermektedir. Bu durum devletten yardım almayacakları veya devlet ile çalışamayacakları anlamına gelmez, buradaki temel gösterge, kâr amacı gütmeyen kuruluşların temelde özel olmasıdır. Kâr dağıtmama özelliği, kurumun sahiplerine veya yöneticilerine elde edilen kârı vermemek anlamına gelmektedir. Kendi kendini yönetme özelliği, kendi faaliyetlerini kontrol etmek için gerekli yetkinliğe sahip olduğunu göstermektedir. Kâr amacı gütmeyen kuruluşların kendi iç prosedürlerinin bulunması ve dış varlıklar tarafından kontrol edilmemeleri de bunun göstergesidir.  Gönüllülük, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde veya işlerinin yönetiminde anlamlı bir dereceye kadar gönüllü bulundurmalarını ifade eder Sivil toplum kuruluşlarının tanım güçlüğü yanında tanımla ilişkili bir diğer sorun, sınıflandırma sorunudur. Gönüllü kuruluşları nasıl sınıflandırmak gerektiği konusunda bir uzlaşma olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte dünyada ve Türkiye’de öne çıkan bazı sınıflandırmalardan bahsedilebilir. STK’ların sınıflandırılması, sistematik veri toplama yanında bilimsel çalışmalar için de önemli bir gereklilik olarak dikkat çekmektedir Uluslararası düzeyde STK’ları sınıflandırmakta kullanılan bazı sistemler bulunmaktadır: Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Standart Endüstriyel Sınıflandırma (The U.N.’s International Standard Industrial Classification-ISIC); Avrupa Topluluğu’nun Ekonomik Faaliyetlerin Genel Endüstriyel Sınıflaması (The European Communities’ General Industrial Classification of Economic Activities-NACE); ABD’de Ulusal Vergi Muafiyeti Olan Teşekküllerin Sınıflandırılması (The National Taxonomy of Exempt Entities-NTEE). Bunlara ilave olarak Uluslararası Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Sınıflandırması’nda (International Clasification of Non-profit Organizations-ICNPO), kâr amaçsız kuruluşların birincil faaliyetlerine göre 12 alt sektör (faaliyet alanı-eğitim, sağlık vb.) önerilmektedir. Uluslararası Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Sınıflandırması (International Clasification of Non-profit Organizations-ICNPO)* Kültür ve eğlence Eğitim ve araştırma Sağlık Sosyal hizmetler Çevre Kalkınma ve barınma Hukuk, Savunuculuk ve politika Hayırseverlik aracıları ve gönüllülük teşviki Uluslararası Din İş ve meslek örgütleri, Sendikalar Diğerleri ABD’deki Ulusal Vergi Muafiyeti Olan Teşekküllerin Sınıflandırılması (National Taxonomy of Exempt Entities-NTEE)* Sanat, kültür ve insanlık (humanity) Eğitim Çevre ve hayvanlar Sağlık Sosyal hizmetler Uluslararası,  Kamusal, Sosyal fayda Dinle ilgili Müşterek, üye faydası Bilinmeyen Karşılaştırmalı Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Projesi sınıflandırması, sivil toplumun geliştiği ve hatta sektörleştiği Batı ülkelerindeki durumu resmetmek açısından elverişli olan ancak sektörel ayrımlarla sınırlı bir araçtır. Türkiye bağlamında STK çalışmalarında yaygın olarak hukuki statüye göre oluşturulmuş Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) sınıflamaları kullanılmaktadır. Derneklerin Sınıflandırılması : Bireysel Öğreti ve Toplumsal Gelişim Dernekleri Çevre, Doğal Hayat, Hayvanları Koruma Dernekleri Çocuk Dernekleri Dış Türkler ile Dayanışma Dernekleri Dini Hizmetlerin Gerçekleştirilmesine Yönelik Faaliyet Gösteren Dernekler Düşünce Temelli Dernekler Eğitim Araştırma Dernekleri Engelli Dernekleri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Alanında Faaliyet Gösteren Dernekler Hak ve Savunuculuk Dernekleri İmar, Şehircilik ve Kalkındırma Dernekleri İnsani Yardım Dernekleri Kamu Kurumları ve Personelini Destekleyen Dernekler Kültür, Sanat ve Turizm Dernekleri Mesleki ve Dayanışma Dernekleri Sağlık Alanında Faaliyet Gösteren Dernekler Şehit Yakını ve Gazi Dernekleri Spor ve Spor İle İlgili Dernekler Toplumsal Değerleri Yaşatma Dernekleri Uluslararası Teşekküller ve İşbirliği Dernekleri Yaşlı ve Çocuklara Yönelik Dernekler Vakıfların Sınıflandırılması Bilim ve Teknoloji Çevre Eğitim Hukuk, İnsan Hakları, Demokrasi Kalkınma Mesleki Eğitim Personele Yardım Sağlık Sanat Sosyal Hizmet Sosyal Yardım Sosyo-Kültürel/Tarih Spor Tarım ve Hayvancılık Diğer STK alanında dikkat çeken bir diğer sınıflandırma, Sivil Topografya Sınıflandırması’dır (YADA, 2015). Bu sınıflandırmada kategoriler şunlardır Hayırsever Hemşehri Himayeci Kulüp Meslek/Sektör Eksenli  Pazar Eksenli Savunucu Siyasi Yönelimli  Uzman Yan Kuruluş Yaptırma, Yaşatma, Güzelleştirme STK’ların sınıflandırılması konusunda tam bir uzlaşı olmamakla beraber bazı sınıflandırma türleri öne çıkmaktadır. Yapılan çalışmanın amacına göre farklı sınıflandırmalar tercih edilmektedir. Sınıflandırmada ülke ve bölgelerin kültürel yapıları ve ihtiyaçları da etkili olmaktadır. Türkiye’de veri temelli çalışma yapılması gerektiğinde dernek ve vakıf sınıflandırması kısıtlarına rağmen en yaygın kullanılan sınıflamadır. STK’ların mevcut sınıflandırmalarının yetersiz kaldığı ve bu alanın geliştirilmesi gereğinin altı çizilmelidir Sayılarla Sivil Toplum Kuruluşları Türkiye’de sivil toplum kuruluşları faaliyet alanları bakımından zengin bir çeşitlilik göstermekle birlikte bazı alanlarda daha aktif ve yoğun faaliyet sergilemektedirler. Sivil toplum kuruluşları (STK’lar) değişik statülere sahip kuruluşlardan oluşmaktadır. STK’ları kategorize etmekte hukuki statü yaygın olarak kullanılmaktadır. Sivil toplum kuruluşu denildiğinde dernekler ve vakıfların yanı sıra sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler ilk akla gelen kuruluşlardır. Bununla birlikte sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler gibi bazı kategoriler; gönüllülük, iktisadi fayda ve devletten özerklik gibi kriterler açısından tartışmalı olmaları dolayısıyla bazı yorumlarda STK olarak değerlendirilmezler. Türkiye’de değişik statülerde 180 binin üzerinde STK bulunmakta ve bunların büyük bir kısmının derneklerden oluştuğu dikkat çekmektedir. İkinci sırada kooperatifler gelmektedir. Vakıflar sayıca daha az olmakla beraber toplumsal işlevleri bakımından önemli bir kategoridir. Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Sorunları Sivil toplum kavramını tanımlama ve sınıflandırma sorunu, Kısa dönemli hareket etme alışkanlığı, Devletle ilişkiler ve özerk olamama, Kurum içi ilişkiler, çalışan ve gönüllülerin katılım sorunu, Üye ilişkileri ve üye katılımı ve sürekliliği sağlayamama, Toplum ve hedef gruplarla ilişkilerde yaşanan sorunlar, Görünürlük ve bilinirlilik eksikliği, Medya ve halkla ilişkilerde yetersizlik, Finansal kaynakların yetersizliği ve kaynak geliştirmede yetersizlik, STK’ların kendi aralarında ilişkiler ve iş birliği eksikliği, Proje bazlı çalışma eksikliği, Mekânsal, fiziksel ve teknolojik altyapı yetersizliği, Nitelikli insan istihdamı yetersizliği, Uluslararasılaşmada yetersizlik, STK’ların büyük şehirlerde yoğunlaşması STK’ların sorunlarını tespit etmeye yönelik çalışmalarda, maddi sorunlar ve altyapı eksikliği daha fazla vurgulanmaktadır. Kadro, katılımcılık, kurumsallık ve tanıtım gibi kurum içi sorunlar görece daha az dile getirilmektedir. Yine bürokratik ve yasal sorunlar ile devletle ilişkiler düşük düzeyde dile getirilen sorunlar arasındadır. Yetersiz mali kaynaklar dolayısıyla STK’ların düşük kurumsallaşma düzeyinde kaldığı tespit edilmiştir. Türkiye’de STK’ların yaşadığı sorunlar doğrudan STK’ların karşı karşıya kaldığı, bir kısmı STK’ların yeniden yapılandırılması ve desteklenmesi ile çözülmesi mümkün bir kısmı ise ancak STK’lar ile ulusal ve uluslararası örgütlenmeler arasında karşılıklı iletişim ve iş birliği ile çözülebilecek sorunlardır. Sorunların bir kısmı da sistemsel olup devlet, siyaset ve toplumun sivil topluma bakışı gibi doğrudan sivil toplum ve STK’lardan kaynaklanmayan sorunlardır Ülkemizde STK’larla ilgili bilimsel yazın ve araştırmalar ağırlıklı olarak STK felsefesi, STK ve demokrasi, STK ve katılım gibi konular etrafında yoğunlaşmaktadır. Çalışılması gereken bu konuların yanı sıra STK ve yönetim, STK ve verimlilik, STK ve insan kaynakları ile STK ve istihdam gibi konulara da ağırlık verilmelidir. Özel sektör ve kamu kurumlarındaki mesleki kurumsallaşma göz önüne alındığında ülkemizin üçüncü önemli sosyal sistemi olan STK’ların da kurumsal kapasiteyi geliştirme konusunu daha yoğun ele alması gerekmektedir. STK’lar, sivil toplumun birçok alanında gelişme göstermesine rağmen kurumsallaşma düzeyinde düşük kalmıştır. Kurumsallaşma düzeyinin gelişmesinin sadece maddi ve teknik kaynaklarla ilişkili olmadığı öncelikle bir yönetim sorunu olduğu vurgulanmalıdır Avrupa Birliği Bakanlığı Sivil Toplum Sektörü Çalıştayları Raporu’na göre de STK’larda insan kaynaklarının yetersizliği, fiziksel mekânların yetersizliği ve akademik destek yetersizliklerine değinilerek bu alanlarda hibe desteklerinin önemine vurgu yapılmıştır. Kurumsal kapasite gelişimi konusunda verilecek destekler arasında gönüllülere ulaşma ve gönüllülüğün artırılmasına da değinilmiştir.
Ekleme Tarihi: 04 Eylül 2025 -Perşembe

Sivil Toplum Kuruluşları (STK) Bölüm (1-2)

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

  1. Bölüm

Sivil toplum, bireylerin kendi arzularıyla oluşturdukları ortak yaşam alanını ifade etmektedir.

“Sivil” sözcüğü, Latince "civis" kökünden türetilmiştir ve "yurttaş veya kenttaş" anlamına gelir. “Sivil toplum” ise, Fransızca’daki "société civile"den gelmektedir. Bütün bu kullanımlarına dayalı olarak, sivil kelimesi, aslında, vatandaş ya da vatandaşlık kelimesi ile eş anlamlı olmaktadır. Bir bakıma buradaki anlamıyla, sivil toplum, yurttaşlar toplumu olmaktadır.

Esas olarak, sivil toplum nedir diye düşünüldüğünde, iki kriter söz konusu olmaktadır. Bunlardan birisi, devletin dışında olma; ikincisi ise, kendi içinde demokratik bir işleyişin olmasıdır.

Genel hatlarıyla, sivil yönetimin hâkim olduğu toplum olarak tanımlanabilen sivil toplum , bir başka ifade ile, birimi yurttaş olan toplum türü, yurttaşlık düzenidir.

SİVİL TOPLUMUN DÜŞÜNSEL VE TARİHSEL GELİŞİMİ

Sivil toplum kavramı farklı toplumlarda yaşanan tarihsel gelişmelere paralel olarak çeşitli biçimlerde tanımlanabilmektedir. Bir toplumda sivil toplumun gelişmesi kültürel bir süreçtir ve çoğulculuk, bağımsızlık, dayanışma, toplumsal bilinçlenme, katılım, eğitim, sorumluluk ve yetki devri unsurlarının gelişmesi ile paralellik taşır. En geniş anlamıyla sivil toplum, "bireyler veya gruplar tarafından gerçekleştirilen ve her türlü toplu sosyal faaliyet" olarak tanımlanmaktadır

Sivil toplumun en önemli özelliklerinin başında, kamu bilincinin gelişebildiği, demokratik katılıma imkan veren ve iletişime açık bir alan yaratması gelmektedir. Bu noktada sivil toplum, paylaşılan ortak değerler doğrultusunda gönüllü ve kendiliğinden örgütlenmekte, devletten özerk bir şekilde kendi kendini devam ettirmekte ve aynı zamanda hukuki bir düzen içinde işlemektedir.

Sivil toplum, Batı’nın gelişim süreci ve siyasal geleneği dâhilinde ortaya çıkıp gelişim göstermiştir. Eski Yunan dönemlerine kadar uzanan, tarihsel açıdan geçmişi olan söz konusu kavram, düşünürler ve siyasetçilerce değişik ve farklı manalar yüklenerek ifade edilmiştir. Sivil toplum ilk kez Aristo tarafından kullanılmıştır. Sivil toplum, Aristo’nun “Politike Koinonia” olarak ifade ettiği vatandaşların, kentlilerin meydana getirdiği siyasi bir düzendir.

“Sivil olanla siyasal olanın ayrımının henüz olmadığı, politik olana ilişkin olan bu anlayışta sivil toplumun (Politike koinonia) diğer toplum düzenlerinden farkı, hak ile haksızlığın ayrıldığı düzen olması yani adaleti temel alan düzen olmasıdır. Aristoteles’in ‘politike koinonia’ dediği böyle bir toplum düzeni, sivil toplum düzenidir. Avrupa’nın bu eski döneminde, sivil toplum kavramı ile devlet aynı anlamlarda kullanılmaktaydı. Bu anlamıyla, sivil toplum üyesi olmak devletin üyesi, yani vatandaş olmakla aynıydı. Bu durum bireylere, o devletin yasalarına uymayı ve diğer vatandaşlara zarar vermeden birlikte yaşama sorumluluğunu vermekteydi.”

Sivil toplumun tarihi süreçte gelişme aşamaları genel olarak şu şekilde belirtilmektedir: İlk aşama, bir devletin üyesi olmaktır. İkinci aşama, toplum içinde özerk bir alanı temsil eden birimlerin oluşması ve devlete karşı kendilerini savunarak meşruluk kazanmasıdır. Üçüncü aşama ise sivil toplumun ve özgürlük ortamının toplumsal çatışmaların kaynağı olarak devletin, bu çatışmaları önleyici bir unsur olarak görülmesidir. Son aşama ise üçüncü aşamaya tepki olarak devlet müdahalesinin sivil toplumu ortadan kaldıracağından korkulması aşamasıdır

Hobbes, Locke ve Rousseau örneğinde olduğu gibi hayatta kaldıkları dönem boyunca o döneme yol gösteren düşünürlerce biçimlendirilen “Toplumsal Sözleşme” düşüncesi, Aydınlanma Dönemine kadar terim ve teorilere alt yapı meydana getiren egemen fikir olma özelliğini saklı tutmuştur. Toplumsal sözleşme kuramında, devlet ve sivil toplum birdir. Bu birliktelik, Hobbes’un düşüncelerinde apaçık bir biçimde görülmektedir.

Hobbes’a göre, sivil toplum olgusuna geçiş yapabilmek için doğa durumunu bırakmak gerekmektedir. Bu gereklilik, doğa durumunun kaotik, çatışmayı zorunlu kılan koşullardan ileri gelmektedir. Doğa, insanları eşit biçimde meydana getirmiştir ve insanlar arasındaki güvensizlik halinin ana nedeni de bu eşitliktir. Eşit şartlar çerçevesinde yarış içerisinde olan insanlar, birbirlerini ortadan kaldırmaya veya kendi emri altına sokmaya çalışacaklardır. Bu yüzden, kaos ve kaosun meydana getireceği savaş durumu kaçınılamaz bir hale gelecektir.

Bu sorundan uzaklaşmanın tek yolu bireyleri denetim altında alacak bir gücün olmasıdır. Bu gücü sağlamak için insanların bütün güçlerini tek bir kişiye ya da gruba aktarmaları gerekmektedir. Hobbes’in Leviathan (ejderha) olarak isim verdiği bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu meydana gelmeyecek ve insanlar kültüre ve çağdaşlığa sahip olabileceklerdir. Bir diğer deyişle, çağdaş bir medeniyete geçiş yapılacaktır. Hobbes’e göre, Leviathan’ın gücü belli olmamakta ve gücünü sadece temsil ettiği insanları korumak için kullanabilir. Leviathan’ın başarısız olduğu zamanlarda ise yine doğa durumuna yani kaotik alana dönüş yapılacaktır.

Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18. yüzyıldan sonra olmuştur. Böylece sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları bir alan olarak ortaya çıkmaya ve bağımsız örgütlenmelere temel olmaya başlamıştır. 1750'li yıllardan itibaren, sivil toplum, artık devlet kavramıyla ilişkilendirilmekten çıkmış, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı bir kavramı temsil etmeye başlamıştır. Bu durum o dönemde liberal bir dünya görüşünü savunan burjuvazinin, sivil toplum kavramını, siyasi alandan bağımsız, toplumun özel yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış bir sosyal alan ile eş tutmasından kaynaklanmıştır.

Hegel açısından sivil toplum

Hegel sivil toplumla devlet ayrımı yapan ilk düşünürdür. Hegel felsefesi içinde sivil toplum ile devlet ilişkisi, hem bir zıtlık hem de bir bağlılık kapsamında oluşmaktadır. Sivil toplum devlet bünyesinde var olan anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak, akılcı çözümler geliştirmek ve etik bir anlam kazanmak açısından gereksinim duyarken, devlet de temsil ettiği etik amaçlara ulaşma araçları için sivil topluma gereksinim duymaktadır.

Karşılıklı olarak birbirlerine bağlı iki olgu olmasıyla birlikte devlet ve sivil toplum aynı çerçeve içinde değildir. Hegel’in bakış açısında önce devlet gelmektedir. Üstün ve ayrıcalıklı olan devlettir. Tekelciliğin tehlikelerinin farkına varan Hegel, bu tehlikeden uzak durabilmek için devletin üstün konumunu ortaya atar. Neticede sivil toplum bencil menfaatlerin, çekişme ve anlaşmazlıkların kapsandığı bir alandır.

Marx açısından sivil toplum

Marksist akımının kurucusu olarak kabul edilen Marx, Hobbes ve Hegel’in düşüncelerindekine benzer şekilde, devleti toplumsal ve ekonomik yaşamın bütününü kapsayıcı bir kuruluş şeklinde değil, söz konusu alanları kapsayan sivil toplumun hizmeti altında bulunan bir kuruluş diğer bir deyişle olgu olarak görmektedir. Marx açısından devlet toplumsal hayatın bütün alanlarını belirlememekte, tam tersi bir durum olarak sivil toplum bu alanları belirlemektedir.

Marx’ta sivil toplum, ekonomik ilişkilerin belirlediği bir ilişkiler bütünü olarak ortaya çıkar .Marx, sivil toplumu ekonomi politikte aranması gerektiğini belirterek altyapı ve üstyapı arasındaki ilişkiler hakkındaki tezini geliştirir.

Üstyapı olarak devlet yani siyasi toplum özerk bir alan olup, ekonomik alanın ait olduğu altyapı ise bencil rekabet, sömürü ve sınıf eşitsizliği alanı olarak ifade edilir.

Marx’ın ifadesiyle “ Sivil toplum, üretici güçlerin gelişiminin belli bir aşamasında bireylerin bütün maddi ilişkilerini kucaklar. Sivil toplum,  bütün ticaret ve sanayi hayatını kapsar.

Gramsci açısından sivil toplum

Gramsci’nin teorisi, bütün Marksist gelenekle kıyaslandığında derin bir yenilik getirir; Gramsci’de sivil toplum altyapısal alanda değil üstyapısal alandadır.

Buna ek olarak Gramsci’ye göre sivil toplum Marx’ta olduğu gibi ekonomik ilişkileri değil, ideolojik ve kültürel ilişkileri, düşünsel hayatı içerir.

Gramsci, üstyapının iki ayrı düzeyi olarak devlet ve sivil toplumun birbirini nasıl etkilediğini açıklar.

Hegemonya teorisinde sivil toplum ile politik toplum yani devlet arasındaki ilişkinin iktidar mekanizmalarını nasıl ürettiğini ve bu iktidarı kalıcılaştırdığını anlatır.

Modern anlamda sivil toplum

Avrupa’da feodalizmin ve ardından mutlakıyetin çözülüşüyle modernizmin kuruluşu arasındaki geçiş dönemi sivil toplum kavramının geleneksel algıdan modern algıya bürünmesini sağlamıştır. Bu kırılma niteliğindeki olayların yaşanmasıyla devlet ile sivil toplum özdeşliği yerini devlet ile sivil toplum zıtlığına bırakmıştır.

Sivil toplumun Hobbes’tan Tocqueville’ye, Hegel’den Marx’a dek gelen geniş bir süreçte incelenişi bu kavramın günümüzdeki toplumlara uyarlanabilen temel özelliklerinin şekillenmesinde kuşkusuz bir katkı sağlamıştır. Bu husus uyarınca, sivil toplum günümüz şartlarında kendiliğinden meydana gelmiş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten bağımsız hukuksal düzen veya normlar kümesine dayalı sosyal yaşantının örgütsel bir alanını ifade etmektedir. Modern sivil toplumun özelliklerini bu tanım kapsamında incelemek mümkündür.

Sivil toplum olgusu, modern manasıyla ilk defa 1767 yılında Adam Ferguson tarafından kullanılmıştır. Ferguson, sivil toplum kavramını barbarlığın karşıtı bir anlamda medeniyetle alakalı olarak kullanmıştır. Bu noktada sivil toplum kavramıyla değinilmek istenen husus, şehir adabıdır. Sivil toplumdaki sivilin kökeni şehir yaşantısına paralel olarak hakları ve yükümlülükleri kapsamaktadır. Modernizmin oluşum süreci olarak ifade edilebilecek söz konusu dönem, sivil toplumun da eski kapsamının yerini günümüzde de kullanılan modern kapsama bırakmasına yol açmıştır. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuksal açıdan gerçekleşen kırılmalar neticesinde doğal hukuk kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum özdeşliği, liberal değerler ve bireycilik kapsamında ifade edilen devlet-sivil toplum karşıtlığı olarak değişmiştir.

Modemizmin kuruluş süreci olarak adlandıracağımız bu dönem, sivil toplumun da eski anlamının yerini bugün de kullanılan modern içeriğe bırakmasına şahit olmuştur. Siyasal, sosyal, düşünsel ve hukuki boyutlarda yaşanan kırılmalar sonucunda daha önce değinilen doğal hukuk çerçevesinde tanımlanan devlet-sivil toplum özdeşliği yerini liberal değerler ve bireycilik çerçevesinde tanımlanan devlet-sivil toplum karşıtlığına bırakmıştır.

Çağdaş anlamda sivil toplum, gönüllü, kendini üreten, kendini destekleyici, devletten özerk ve belirlenmiş bir dizi kurallardan oluşan yasal bir düzene bağlı, örgütlü toplumsal yaşamın bir alanıdır. O, genelde, kendi çıkarlarını, hırslarını ve ideallerini ifade etmek, bilgi alışverişinde bulunmak, karşılıklı hedeflerini başarmak, devletten isteklerde bulunmak ve devlet kurumlarını sorumlu tutmak için bir kamu alanında ortak bir biçimde hareket eden yurttaşları içerdiğinden toplum olgusundan farklıdır

Toplum en genel anlamıyla, kurumların, kuralların yer aldığı bir ortamda faaliyette bulunan örgütlenmiş insan topluluklarının adıdır. İnsanların örgütlenme biçimleri, zaman içerisinde farklılıklar gösterebilmekte ve bu farklılıklar da onların bir takım özelliklerine göre farklı sınıflandırmalara yol açabilmektedir. Örneğin ilkel toplum, feodal toplum, çağdaş toplum gibi. Sivil toplum ise, çağımızın demokratik ve gelişmiş toplumlarının ortak adı olmaya başlamıştır. Bu çerçevede sivil toplum, hiçbir üst kimliğe ve gerçekliğe başvurmaksızın, kendi gelişimini yönlendirebilen ve anlamlandırabilen, bunun için gerekli dinamikleri barındıran, devletten özerk, sürekli bir gelişme içerisinde bulunan bireyler ile örgütlenmeler topluluğudur.

Bu kısa tarihsel analizde görülüyor ki , sivil toplum konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Farklı siyasal bakış açılarıyla sivil toplum kavramına yaklaşanlar olduğu gibi ayni paradigma içinden kavramın içeriği konusunda birbirinden farklı görüş ileri sürenler de bulunmaktadır. Yine de sivil toplumun anahtar kelimeleri olarak, belirli değerlerin önem kazanarak ön plana çıktığı görülmektedir. Birçok sivil toplum teorisyeninin özellikle vurguda bulunduğu anahtar kelimelerin başında, demokrasi, çoğulculuk, hoşgörü, katılım, gönüllülük, özerklik gibi normatif unsurlar gelmektedir.

Sivillilikle demokratiklik arasında genelde bir korelasyon bulunmaktadır. Sivil toplum, demokratik toplumların olmazsa olmaz öğelerinin başında gelmektedir. Sağlıklı bir demokrasinin işleyebilmesi için, kamuoyu oluşmasında etkili örgütlerin toplumun bütün katmanlarını kapsaması zorunludur. Toplumun yapısındaki çoğulculuğun kamuoyunu oluşturan kuruluşların çokluğuyla temsil edilmesi gerekir. Sivil toplumun çoğulculuğu, birlikte yaşama kültürünün oluşmasına ve yerleşmesine katkıda bulunur

Sivil toplum kavramı siyasi ve felsefi söylemlerde uzunca bir dönem yer tutmamış olup bu kavramın yeniden canlanışı 1990’lı yıllara dayanmaktadır.

Bu canlanışta, Doğu Bloğu ve Latin Amerika’daki demokratikleşme yanlısı muhalefetin, Batılı ülkelerde, gönüllü faaliyetlerdeki artışın ve yeni toplumsal hareketlerin kurumsallaşmasının önemli bir rolü vardır.

  1. Bölüm

Sivil toplum kuruluşları, küreselleşme çağının politika oluşturan aktörlerinden biridir. Bu önemi, özellikle, toplumları yönlendirme konusunda önemli aktörlerden olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kadar önemli olan bu kuruluşlar için kavramsal ve tarihsel çerçeveli bir bakışla hazırlanmış çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışma da, bu çabanın bir ürünü olarak hazırlanmak istenmiştir.

Sivil yönetimi icra eden kurum ya da örgütlere sivil toplum kuruluşları, kısa  söylenişi ile STK adı verilmektedir.

Türkçe’de STK olarak geçen söz konusu kavram, İngilizce non governmental organizations (NGOs)’daki anlamıyla katılım veya temsilen hükümete dâhil olmayan doğal ve yasal şahıslar tarafından yaratılan hükümet dışı örgütler şeklinde ifade edilmektedir. Ancak, ABD’de STK, gönüllü kamu örgütleri (public voluntary organizations) şeklinde adlandırılmaktadır

Tarihsel olarak her toplumda devlet dışı organizasyonların çok eskilere dayanması gerçeğine rağmen, aslında İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünya gerçekleri ile STK’ların gündeme geldiğini söylemek mümkündür.

Devletler ve toplumlar arasındaki anlaşmazlıkları çözecek uluslar arası kurum ve kuruluşların, yani BM çatısı altında oluşturulan alt birimlerin, tesis edilmesi çalışmaları ile devlet dışı organizasyonlar teriminin doğuşunun gerçekleştiğini ifade etmek mümkündür

Farklı toplumsal sorunlar üzerinde çalışan ve giderek toplumda yaygınlaşıp önem kazanan STK’lar , gönüllü üyeliğe dayalı ve topluma hizmete ve siyaseti etkilemeye yönelik resmi olmayan örgütlenmeler olarak tanımlanabilir.

Bu siyasi etkinin boyutları ise, çok farklı olabilmektedir: küresel, ulusüstü (AB), ulusal, bölgesel, yerel ve hatta yakın çevre düzeyi (mahalle sorunları, iş yeri konuları, apartman yönetimi v.s).

Kavramsal olarak analizinden sonra STK’ların fonksiyonları ve biçimlerine bakmak gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının tespit edilmiş işlevleri şu şekilde sıralanabilir:

Kamuoyu oluşturmak yolu ile, bireylerin taleplerinin dile getirilmesine yardımcı olmak,

Çoğulcu toplum yapısının oluşumunu sağlamak suretiyle piyasadaki metalaşmaya ve egemen piyasa değerlerine karşı dengeleyici bir unsur olmak,

Kendi içlerinde oluşturdukları katılımcı ve çoğulcu bir kültürle beslenmiş ve aynı zamanda yönetim deneyimi de edinmiş bireylerin yetişmesini sağlamak,

Pilot projeler üretmek, bu projelere kaynak bulmak ya da bu projeleri uygulamaya geçirmek yoluyla eğitim, sosyal refah ve istihdam konularında hükümet politikalarına paralel ya da alternatif sorumluluklar alabilmek.”

Devlet dışı organizasyonlar ismiyle de anılan STK’ların fonksiyonlarından sonra çeşitlerine bakılacak olunursa; STK’lar yerel, ulusal ve bölgesel şeklinde üç tipte karşımıza çıkabilmektedir. Ayrıca, bulunduğu ülkeye göre de biçimlenebilecek olan STK’ların, hem geri kalmış “Güneyli” ülkelerde hem de zengin sanayileşmiş ”Kuzeyli” ülkelerde politika tayin edicileri, eylemcileri ve araştırmacıları arasındaki profili devamlı olarak gelişme kaydetmektedir.

STK’ları var eden faktörler aktiviteleridir. Aktivitesi olmayan STK’nın taban bulması ve doğal olarak da yaşaması mümkün değildir. STK’ları yaşatan aktiviteleri; halk sağlığı ve eğitimi aktiviteleri, sağlık krizlerini ortaya çıkarma, ortak sosyal problemler, çevre olayları, ekonomik değişkenler, gelişme ve ilerleme çalışmaları, kadın sorunları şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplardan halk sağlığı ve eğitimi ile ilgili olarak, genel hijyen, atıkları (evsel, tıbbi, sıvı vs.) elden çıkarma, su kullanımı, aşı, gençlik rehberliği eğitimleri gibi etkinlik çeşitleri olmaktadır. Sağlık krizlerini ortaya çıkarma ve çözme ile ilgili etkinlikler ise, HIV/AIDS eğitimi ve desteği, Hepatit B eğitimi ve madde bağımlılığından kurtarma biçiminde olmaktadır. Ortak sosyal problemler ile ilgili aktivitelere çocuk suçluluğu, evden kaçan kızlar, sokak çocuklarına yönelik faaliyetler söylenebilir.

Çevresel etkinlikler ile ilgili örnekler; kullanılabilir su ve enerji tüketimi eğitimi, dağları ve ormanları temiz tutma ve ağaçlandırma şeklimde gösterilebilir. Ekonomik aktiviteler; mikro teşebbüsler (Kobiler) ve makro borçlanmalar, bilgisayar, teknik eğitim, ihtiyaç tedarik etme hizmetleri, giyim ve tekstil gibi beceri eğitimleri üretim promosyon ve dağıtımı, kooperatif oluşturma, finansal danışmanlık ve kariyer geliştirme ile iş araştırma yardımından ibaret olmaktadır. Toplumsal gelişme ve ilerleme ile ilgili aktiviteler; okul yapımı, altyapı inşası, kültürel merkez kurulması ve kültürel faaliyet gerçekleştirilmesi, tarım faaliyeti ve tarımsal uzman yardımından oluşmaktadır. Kadın sorunları ile ilgili yapılan işlere gelince; kadın ve çocuk hakları, hırpalanmış kadınlara yardım hizmetleri, cinsel istismara maruz kalmış kadınlar için grup terapileri, telefon bazlı acil yardım hatları, kadınlara yasal yardımlar ve okuryazarlık yardımları gibi olmaktadır

Yukarıda sayılan aktiviteler ile sivil toplum kuruluşları, bir bakıma, pek çok sorunun çözümünde birinci elden ve yakından müdahaleyi sağlamaktadır. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, STK’lar, gelişmiş toplumlarda yaşanan siyasal, ve sosyal ilişki ve gelişmelerin kaçınılmaz sonucudurlar denilebilir. Bütün çağdaş dünya toplumlarında sivil toplum kuruluşları mevcuttur ve mevcudiyetinin ötesinde toplumsal hayattaki ağırlıklarını günden güne daha fazla hissettirmektedirler. Bir başka ifadeyle, çağdaş toplum olmanın göstergelerinden biri olan STK'lar çok önemli kuruluşlardır. Genellikle, ileri düzeyde sanayileşmiş ve gelişmiş toplumlarda karşılaşılan bu oluşumlar, demokrasinin egemen olup olmaması ile doğrudan bağlantılıdır. Yani, demokrasi egemenliği arttıkça sivil inisiyatif grupları, kurum ve kuruluşlarının etkisi artmaktadır. Bu durumun sebebi, halk katılımının sağlanması ile her büyük işin üstesinden gelinebileceği gerçeğine dayanmaktadır.

Gelişmiş toplumlarda sivil örgütlenmenin daha etkin ve yaygın bir biçimde olmasının bir başka sebebi, sivil toplumun çoğunlukla şehirleşmenin olduğu, şehirli insanların, şehirli kimliklerin ortaya çıktığı ve serbest pazarın oluştuğu bir ortamda meydana geliyor olmasıdır. Bunun haricinde, toplumu oluşturan insanların birey olmayı başarıp başaramaması sivil inisiyatifin ortaya konulmasında etkili olabilmektedir. Batılı toplumlarda, bu birey olma süreci, eskiden var olan aristokrat sınıfa karşı verilmiş bir mücadelenin ürünü olarak sivil inisiyatif gruplarının faaliyetleri ile tamamlanmıştır. Buna karşılık, eski yapılarında aristokrat kesime sahip olmayan toplumlarda, bu sürecin devlet eliyle bir modernleşme projesi şeklinde başlatılabilme mecburiyeti vardır

Sıkça dillendirilen gelişmiş toplum örgütlü toplumdur ifadesi, büyük oranda, güçlü sivil toplum kuruluşlarına sahip olup olmama ile izah edilebilecek bir durumdur. Toplumların bugünün rekabetçi dünya toplumlarıyla tek başına devlet imkânları ve enerjisiyle baş etmesinin imkânsızlığına bakıldığında, sivil yönetim güçlerinin ne kadar büyük bir önem kazandığını anlayabilmek daha kolay olabilmektedir.

STK’ların önemini anlamak için uluslar arası arenada karar aldırıp karar kaldırtan örneklere bakmak yeterli olacaktır. Oluşturdukları kamuoyu vasıtasıyla etkileyecekleri geniş seçmen kitleleri gerçeğini hatırlattıkları siyasal hareketlere, siyasal ve ekonomik tercihlerinde rota belirletmek gibi önemli roller üstlenmektedirler. Öyle ki, çok taraflı yatırım anlaşmalarını sabote etmekten tutalım da, çevresel felaket haberlerine kadar pek çok konuda uluslar arası antlaşma ve uzlaşmalarda istedikleri sonucu aldıracak kadar başat bir konum elde edebilmektedirler. Hatta bazen kamuoyunu bilinçli bir şekilde yanlışa yönlendirebilecek güce bile erişme imkânları olabilmektedir

Pek çok ülkede çağdaşlığın gereği olarak görülen STK’lar bizzat devlet tarafından fonlanarak kontrol altına alınmaktadır. Bunun yanı sıra, STK’lar toplumsal yapıyı güçlendiren bir kaldıraç olarak görüldüğü için, uygar toplumlarda, yapısına ve üyelerine müdahale etmemek şartıyla kurulmasını ve güçlendirilmesini temin etmek için yoğun çabalar sarf edildiği de bir vakıa niteliğindedir. Kamuoyu oluşturmak, baskı grubu haline gelmek, ülkelerce icra edilen politika tercihlerinde etkileyici rol üstlenmek vs. şeklinde çalışan sivil toplum örgütlerinin çalışma alanlarına örnek olarak dernekler, sosyal hareketler, vatandaşlık grupları, tüketici dernekleri, küçük üretici dernek ve kooperatifleri, kadın örgütleri, yerli halk örgütleri ve çeşitli başka kuruluşlar verilebilir

Özellikle, yoğun dış göçe maruz kalan toplum ve devletlerde dışarıdan akan kitlelerin devlet sistemine adaptasyonu ve toplumsal yapıya zarar vermeyecek şekilde dizayn edilmesi pek çok uygar toplumda kurdurulup desteklenen sivil örgütlü yapılanmalar marifetiyle sağlanmaktadır. Bütün bunların ötesinde, STK’lar, vatandaşlık bilincinin gelişimine doğrudan katkı sağlayabilecek kuruluşlar olma özelliğine de sahiptir. Bu özelliğinden dolayı, bunlar, devletlerin önemle geliştirmesi, desteklemesi, katılımı özendirmesi ve yasal altyapı oluşturması gereken yapılanmalardır

Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), devlet ve özel sektörün ulaşamadığı alanlarda faaliyet göstermektedir. STK’lar sivil alanda olmaları dolayısıyla önemli bir toplumsal işleve ve toplumsal dinamikleri etkileme gücüne sahiptirler. STK’ların güç ve etkilerinin daha da artması, sivil alanda kalarak ve kendi güçlerine dayanarak varlıklarını sürdürmeleriyle yakından ilişkilidir.

STK’lar geniş bir yelpazede faaliyet gösterdiği için bu kuruluşları tanımlama ve sınıflandırma sorunları devam etmektedir. Bu iki başlık özellikle veri toplama ve bunu sürekli hâle getirme söz konusu olduğunda çok acil ve önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum özellikle karşılaştırmalı çalışmalar yapılmak istenildiği zaman daha da önem kazanmaktadır.

STK’lar hakkında yapılan çalışmalarda aşırı genellemelerden kaçınılması ve belli dayanak noktaları ve kısıtların temel alınması gerekmektedir. STK çalışmalarında ne tür tanımların tercih edildiği, hangi sınıflamanın kullanılacağı ve hangi tür STK’ların hedef grup olduğu gibi sınırlamalara ve çerçevelere ihtiyaç bulunmaktadır

Sivil Toplum Kuruluşu (STK) Kavramı

Sivil toplum kuruluşu (STK) kavramı henüz üzerinde uzlaşılmış bir tanıma sahip değildir. STK yerine üçüncü sektör kuruluşları, kâr amaçsız kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar gibi ifadeler kullanılmaktadır. STK’nın hukuki statüsü, faaliyet amacı, inanç ve değerleri, içinde bulunduğu bölge gibi faktörlere bağlı olarak farklı isimlendirmeler bulunmaktadır. Yaygın olarak sektörün kendisi sivil toplum, bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlar da sivil toplum kuruluşu (STK) olarak isimlendirilmektedir.

STK’lar, spor ve eğlence kulüpleri, sanat ve kültür dernekleri, okul ve üniversiteler, araştırma kuruluşları, hastaneler, sosyal hizmet organizasyonları, dinî cemaatler, inanç temelli hizmet organizasyonları, insani yardım ve kurtarma organizasyonları, yardım kuruluşları (charity), savunu grupları, vakıflar ve hayır kurumları (charitable trusts) gibi çeşitlilik gösterir.

Sivil toplum, devletin dışında kalan ve toplumsal gruplar tarafından doldurulan alanı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında sivil toplum kuruluşu (STK) şeklinde hukuki bir tanım bulunmamakla birlikte sivil toplum, kâr amacı gütmeyen ya da gönüllü kuruluş ifadeleri kullanıldığında dernek ve vakıfları akla getirmektedir.

Türkiye’de sivil toplum sektörü; dernek, vakıf, üniversite, hastane, insani hizmet, sendika, meslek örgütü gibi ayrı kolektif aidiyeti olan, organizasyonel ve legal bakımdan farklı türleri içine alır. Bu kuruluşlar yaygın olarak sivil toplum kuruluşu/örgütü (STK/STÖ) ve gönüllü kuruluşlar olarak tanımlanmaktadır. Üçüncü sektör kuruluşu, kâr amaçsız kuruluş, hükûmet dışı kuruluş gibi ifadeler daha az kullanılmaktadır. Bu kavramlar yerine legal düzeyde dernek, vakıf, sendika, oda, meslek örgütü ve kooperatif gibi kavramlar kullanılmaktadır.

Sivil toplum kuruluşu denildiğinde akla gelen kuruluşlar arasında derneklerin ve vakıfların yanı sıra sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler olmaktadır. Bir başka deyişle sivil toplum kuruluşu (STK) için ilk tanımlayıcı öge, hukuki statü olmaktadır. STK kavramıyla birlikte akla gelen örneklerden sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatiflerin bir bölümü (özellikle iktisadi fayda eksenli faaliyet gösterenler), gönüllülük, iktisadi fayda, devletten özerklik gibi kriterler açısından tartışmalı olmaları münasebeti ile kimi yorumlarda STK olarak değerlendirilmezler. STK kavramının daha geniş yorumlarında ise bu kuruluşlara ek olarak siyasi partileri ve üniversiteleri de STK olarak görme eğilimleri mevcuttur.

Bu yorum farklılıklarının yanı sıra bu kuruluşlar, yasal işlemleri ve muhatapları konusunda da farklı kamu kuruluşlarıyla ilişkilidirler. Bugün vakıflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne; dernekler, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne; sendikalar, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na; kooperatifler ve esnaf odaları, Esnaf, Sanatkârlar ve Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü’ne bağlıdırlar. Meslek odaları ise kuruluş ve diğer konularla alakalı olarak 5174 Nolu Odalar ve Borsalar Birliği ve Odalar ve Borsalar Kanunu gereği TOBB ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile temas hâlindedirler

Sivil Toplum Kavramının Gelişim

Sivil toplum kuruluşları mevcut sosyal ve ekonomik yapının içine gömülü kuruluşlardır. Bu kuruluşlar her toplumda derin tarihsel köklere sahiptirler. Sivil toplum tanımında, Avrupa ile Amerika arasında fark vardır. Avrupalılar, kooperatifleri ve sosyal girişimleri benimserken Amerikalılar, kârın dağıtılmaması kriterini çok önemser.

Avrupa yaklaşımı sübvanse edildikleri için kamu kurumu, dernek veya vakıfları dışarıda bırakır. Devlete bağımlı olmama kriterini sadece form değil pratik olarak da dikkate alırlar. Batı literatüründe STK’ların yalnızca devletten değil ekonomiden de bağımsız olma yönü vurgulanırken Türkiye’de STK üye ve yöneticilerinin genellikle devletin sahip olmadığı niteliklere işaret ederek STK’ları tanımladığı söylenebilir

Sivil toplumun tarihsel gelişimine bakıldığında bu gelişimde dört kaynağın öne çıktığı görülmektedir:

Din temelli hayırseverlik çalışmaları

Burjuvazinin gelişimi

Toplumsal hareketler 

Devlet destekli örgütlenmeler

Günümüzde sivil toplum ile ilgili unsurların yaşamın her alanında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri, dört temel alanda değerlendirilebilir:

ekonomik örgütler, siyasal örgütler, kültürel örgütler  dinî örgütler

Yakın zamanda 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından sivil toplum fikri entelektüel ve politik tartışmaların merkezinde bulunmuş ve 1990’lar boyunca da öne çıkmaya devam etmiştir. Bu dönemde “güçlü sivil toplum” kavramı, demokrasinin temel taşlarından olan iyi yönetişim ve çoğulculuk kavramlarına ulaşmak için önemli olmuştur.

Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri

Organize: Belli düzeyde yazılı veya gelenek olarak organizasyon, kurumsal yapı ve işleyişe sahip olmak.

Özel: Kurumsal olarak hükûmet dışı ve bağımsız olmak. Kâr dağıtmayan: Faaliyetler sonucu kâr oluşsa bile kâr dağıtmayı yasaklamak ve oluşan kârı faaliyetleri için kullanmak.

Kendi kendini yöneten: Genel hukuk kuralları çerçevesinde kendi iç yönetim, işleyiş ve kontrol mekanizmaları oluşturmak.

Gönüllülük: Üyelik ve katılımın kişinin tercih ve rızasına bağlı olması.

STK’nın organize olması bir dereceye kadar kurumsallaşmış olmasını ifade eder. Burada önemli olan organizasyonun bazı kurumsal gerekliklere sahip olmasıdır.

Özel olması, devletten ayrı bir şekilde kurumsallaşmış olduğunu göstermektedir. Bu durum devletten yardım almayacakları veya devlet ile çalışamayacakları anlamına gelmez, buradaki temel gösterge, kâr amacı gütmeyen kuruluşların temelde özel olmasıdır. Kâr dağıtmama özelliği, kurumun sahiplerine veya yöneticilerine elde edilen kârı vermemek anlamına gelmektedir.

Kendi kendini yönetme özelliği, kendi faaliyetlerini kontrol etmek için gerekli yetkinliğe sahip olduğunu göstermektedir. Kâr amacı gütmeyen kuruluşların kendi iç prosedürlerinin bulunması ve dış varlıklar tarafından kontrol edilmemeleri de bunun göstergesidir. 

Gönüllülük, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde veya işlerinin yönetiminde anlamlı bir dereceye kadar gönüllü bulundurmalarını ifade eder

Sivil toplum kuruluşlarının tanım güçlüğü yanında tanımla ilişkili bir diğer sorun, sınıflandırma sorunudur. Gönüllü kuruluşları nasıl sınıflandırmak gerektiği konusunda bir uzlaşma olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte dünyada ve Türkiye’de öne çıkan bazı sınıflandırmalardan bahsedilebilir. STK’ların sınıflandırılması, sistematik veri toplama yanında bilimsel çalışmalar için de önemli bir gereklilik olarak dikkat çekmektedir

Uluslararası düzeyde STK’ları sınıflandırmakta kullanılan bazı sistemler bulunmaktadır:

Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Standart Endüstriyel Sınıflandırma (The U.N.’s International Standard Industrial Classification-ISIC);

Avrupa Topluluğu’nun Ekonomik Faaliyetlerin Genel Endüstriyel Sınıflaması (The European Communities’ General Industrial Classification of Economic Activities-NACE);

ABD’de Ulusal Vergi Muafiyeti Olan Teşekküllerin Sınıflandırılması (The National Taxonomy of Exempt Entities-NTEE).

Bunlara ilave olarak Uluslararası Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Sınıflandırması’nda (International Clasification of Non-profit Organizations-ICNPO), kâr amaçsız kuruluşların birincil faaliyetlerine göre 12 alt sektör (faaliyet alanı-eğitim, sağlık vb.) önerilmektedir.

Uluslararası Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Sınıflandırması (International Clasification of Non-profit Organizations-ICNPO)*

  • Kültür ve eğlence
  • Eğitim ve araştırma
  • Sağlık
  • Sosyal hizmetler
  • Çevre Kalkınma ve barınma
  • Hukuk,
  • Savunuculuk ve politika
  • Hayırseverlik aracıları ve gönüllülük teşviki
  • Uluslararası Din
  • İş ve meslek örgütleri,
  • Sendikalar
  • Diğerleri

ABD’deki Ulusal Vergi Muafiyeti Olan Teşekküllerin Sınıflandırılması (National Taxonomy of Exempt Entities-NTEE)*

  • Sanat,
  • kültür ve insanlık (humanity)
  • Eğitim Çevre ve hayvanlar
  • Sağlık Sosyal hizmetler
  • Uluslararası, 
  • Kamusal,
  • Sosyal fayda
  • Dinle ilgili
  • Müşterek, üye faydası
  • Bilinmeyen
  • Karşılaştırmalı Kâr Amacı Gütmeyen Kurumlar Projesi sınıflandırması, sivil toplumun geliştiği ve hatta sektörleştiği Batı ülkelerindeki durumu resmetmek açısından elverişli olan ancak sektörel ayrımlarla sınırlı bir araçtır.
  • Türkiye bağlamında STK çalışmalarında yaygın olarak hukuki statüye göre oluşturulmuş Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) sınıflamaları kullanılmaktadır.

Derneklerin Sınıflandırılması :

  • Bireysel Öğreti ve Toplumsal Gelişim Dernekleri
  • Çevre, Doğal Hayat, Hayvanları Koruma Dernekleri Çocuk Dernekleri Dış Türkler ile Dayanışma Dernekleri
  • Dini Hizmetlerin Gerçekleştirilmesine Yönelik Faaliyet Gösteren Dernekler
  • Düşünce Temelli Dernekler
  • Eğitim Araştırma Dernekleri
  • Engelli Dernekleri
  • Gıda, Tarım ve Hayvancılık Alanında Faaliyet Gösteren Dernekler
  • Hak ve Savunuculuk Dernekleri
  • İmar, Şehircilik ve Kalkındırma Dernekleri
  • İnsani Yardım Dernekleri
  • Kamu Kurumları ve Personelini Destekleyen Dernekler
  • Kültür, Sanat ve Turizm Dernekleri
  • Mesleki ve Dayanışma Dernekleri
  • Sağlık Alanında Faaliyet Gösteren Dernekler
  • Şehit Yakını ve Gazi Dernekleri
  • Spor ve Spor İle İlgili Dernekler
  • Toplumsal Değerleri Yaşatma Dernekleri
  • Uluslararası Teşekküller ve İşbirliği Dernekleri
  • Yaşlı ve Çocuklara Yönelik Dernekler

Vakıfların Sınıflandırılması

  • Bilim ve Teknoloji
  • Çevre Eğitim Hukuk,
  • İnsan Hakları,
  • Demokrasi
  • Kalkınma
  • Mesleki Eğitim
  • Personele Yardım
  • Sağlık
  • Sanat
  • Sosyal Hizmet
  • Sosyal Yardım
  • Sosyo-Kültürel/Tarih
  • Spor
  • Tarım ve Hayvancılık
  • Diğer

STK alanında dikkat çeken bir diğer sınıflandırma, Sivil Topografya Sınıflandırması’dır (YADA, 2015). Bu sınıflandırmada kategoriler şunlardır

  • Hayırsever
  • Hemşehri
  • Himayeci
  • Kulüp
  • Meslek/Sektör Eksenli 
  • Pazar Eksenli
  • Savunucu
  • Siyasi Yönelimli 
  • Uzman
  • Yan Kuruluş
  • Yaptırma,
  • Yaşatma,
  • Güzelleştirme
  • STK’ların sınıflandırılması konusunda tam bir uzlaşı olmamakla beraber bazı sınıflandırma türleri öne çıkmaktadır. Yapılan çalışmanın amacına göre farklı sınıflandırmalar tercih edilmektedir. Sınıflandırmada ülke ve bölgelerin kültürel yapıları ve ihtiyaçları da etkili olmaktadır. Türkiye’de veri temelli çalışma yapılması gerektiğinde dernek ve vakıf sınıflandırması kısıtlarına rağmen en yaygın kullanılan sınıflamadır. STK’ların mevcut sınıflandırmalarının yetersiz kaldığı ve bu alanın geliştirilmesi gereğinin altı çizilmelidir
  • Sayılarla Sivil Toplum Kuruluşları
  • Türkiye’de sivil toplum kuruluşları faaliyet alanları bakımından zengin bir çeşitlilik göstermekle birlikte bazı alanlarda daha aktif ve yoğun faaliyet sergilemektedirler. Sivil toplum kuruluşları (STK’lar) değişik statülere sahip kuruluşlardan oluşmaktadır. STK’ları kategorize etmekte hukuki statü yaygın olarak kullanılmaktadır. Sivil toplum kuruluşu denildiğinde dernekler ve vakıfların yanı sıra sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler ilk akla gelen kuruluşlardır. Bununla birlikte sendikalar, odalar, birlikler ve kooperatifler gibi bazı kategoriler; gönüllülük, iktisadi fayda ve devletten özerklik gibi kriterler açısından tartışmalı olmaları dolayısıyla bazı yorumlarda STK olarak değerlendirilmezler.
  • Türkiye’de değişik statülerde 180 binin üzerinde STK bulunmakta ve bunların büyük bir kısmının derneklerden oluştuğu dikkat çekmektedir. İkinci sırada kooperatifler gelmektedir. Vakıflar sayıca daha az olmakla beraber toplumsal işlevleri bakımından önemli bir kategoridir.

Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Sorunları

  • Sivil toplum kavramını tanımlama ve sınıflandırma sorunu,
  • Kısa dönemli hareket etme alışkanlığı,
  • Devletle ilişkiler ve özerk olamama,
  • Kurum içi ilişkiler, çalışan ve gönüllülerin katılım sorunu,
  • Üye ilişkileri ve üye katılımı ve sürekliliği sağlayamama,
  • Toplum ve hedef gruplarla ilişkilerde yaşanan sorunlar,
  • Görünürlük ve bilinirlilik eksikliği,
  • Medya ve halkla ilişkilerde yetersizlik,
  • Finansal kaynakların yetersizliği ve kaynak geliştirmede yetersizlik,
  • STK’ların kendi aralarında ilişkiler ve iş birliği eksikliği,
  • Proje bazlı çalışma eksikliği,
  • Mekânsal, fiziksel ve teknolojik altyapı yetersizliği,
  • Nitelikli insan istihdamı yetersizliği,
  • Uluslararasılaşmada yetersizlik,
  • STK’ların büyük şehirlerde yoğunlaşması
  • STK’ların sorunlarını tespit etmeye yönelik çalışmalarda, maddi sorunlar ve altyapı eksikliği daha fazla vurgulanmaktadır. Kadro, katılımcılık, kurumsallık ve tanıtım gibi kurum içi sorunlar görece daha az dile getirilmektedir. Yine bürokratik ve yasal sorunlar ile devletle ilişkiler düşük düzeyde dile getirilen sorunlar arasındadır.
  • Yetersiz mali kaynaklar dolayısıyla STK’ların düşük kurumsallaşma düzeyinde kaldığı tespit edilmiştir. Türkiye’de STK’ların yaşadığı sorunlar doğrudan STK’ların karşı karşıya kaldığı, bir kısmı STK’ların yeniden yapılandırılması ve desteklenmesi ile çözülmesi mümkün bir kısmı ise ancak STK’lar ile ulusal ve uluslararası örgütlenmeler arasında karşılıklı iletişim ve iş birliği ile çözülebilecek sorunlardır. Sorunların bir kısmı da sistemsel olup devlet, siyaset ve toplumun sivil topluma bakışı gibi doğrudan sivil toplum ve STK’lardan kaynaklanmayan sorunlardır
  • Ülkemizde STK’larla ilgili bilimsel yazın ve araştırmalar ağırlıklı olarak STK felsefesi, STK ve demokrasi, STK ve katılım gibi konular etrafında yoğunlaşmaktadır. Çalışılması gereken bu konuların yanı sıra STK ve yönetim, STK ve verimlilik, STK ve insan kaynakları ile STK ve istihdam gibi konulara da ağırlık verilmelidir.
  • Özel sektör ve kamu kurumlarındaki mesleki kurumsallaşma göz önüne alındığında ülkemizin üçüncü önemli sosyal sistemi olan STK’ların da kurumsal kapasiteyi geliştirme konusunu daha yoğun ele alması gerekmektedir. STK’lar, sivil toplumun birçok alanında gelişme göstermesine rağmen kurumsallaşma düzeyinde düşük kalmıştır. Kurumsallaşma düzeyinin gelişmesinin sadece maddi ve teknik kaynaklarla ilişkili olmadığı öncelikle bir yönetim sorunu olduğu vurgulanmalıdır
  • Avrupa Birliği Bakanlığı Sivil Toplum Sektörü Çalıştayları Raporu’na göre de STK’larda insan kaynaklarının yetersizliği, fiziksel mekânların yetersizliği ve akademik destek yetersizliklerine değinilerek bu alanlarda hibe desteklerinin önemine vurgu yapılmıştır. Kurumsal kapasite gelişimi konusunda verilecek destekler arasında gönüllülere ulaşma ve gönüllülüğün artırılmasına da değinilmiştir.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adliyehaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.