İHTİYATİ TEDBİRDE YAKLAŞIK İSPAT
A. GENEL OLARAK
İhtiyati tedbire karar verilebilmesi için yaklaşık olarak ispatın varlığı aranacaktır. Ancak burada bir şeyi belirtmek gerekir ki, ihtiyati tedbir kararının verilmesi, tedbir talep eden lehine davanın sonuçlanacağı gibi bir durumun ortaya çıkması sonucunu doğurmaz. Zira ihtiyati tedbirde aranan yaklaşık ispat ile bir vakıanın ispatının tam olarak yapılması farklı şeylerdir. Bu yüzden, yaklaşık ispat aslında zahiri bir ispat faaliyetidir ve asıl dava açısından sonuca götürmez.
Tedbir talep edenin, davanın esası yönünden haklılığını yaklaşık olarak ispat etmesi zorunluluğu bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 390.maddesinin Gerekçe ’sinde şu açıklamalar yapılmıştır:
“ Geçici hukukî koruma yargılamasını, asıl hukukî korumadan ayıran diğer bir özellik ispat ölçüsü bakımındadır. Kanunda açıkça öngörülmemişse ya da işin niteliği gerekli kılmıyorsa, bir davada (normal bir yargılamada) yaklaşık ispat değil, tam ispat aranır. Çünkü hâkim, mevcut ispat ve delil kuralları çerçevesinde, tarafların iddia ettiği bir vakıa konusunda tam bir kanaate varmadan o vakıayı doğru kabul edemez. Örneğin, bir alacak davasında taraflardan biri bir sözleşmenin varlığına dayanıyorsa, hâkim bu sözleşmenin varlığı konusunda (mevcut ispat yükü ve delil kuralları çerçevesinde) tam bir kanaate sahip olmalıdır. Yani, zayıf veya kuvvetli bir ihtimal, karar vermek için yeterli değildir. Sözleşmenin varlığı konusunda tam kanaat uyanmazsa, o zaman, ispat yükü kendine düşen tarafın aleyhine bir karar verilmesi gerekir. Ancak, kanun koyucu, bazen ya doğrudan kendisi düzenleme yaparak ya da işin niteliği ve olayın özelliği gereği hâkime, bu durumu belirterek, ispat ölçüsünü düşürme imkânı vermiştir. Bu düşürülmüş ispat ölçüsü çerçevesinde, tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel, yaklaşık bir kanaat yeterli görülmektedir. Doktrinde bu yön, karar verilmesi için tam ispat ölçüsü yerine yaklaşık ispat ölçüsü olarak ifade edilmektedir. Ancak, yaklaşık ispatla yetinilmiş olması, ispatın aranmayacağı ya da ispat kurallarının tamamen dışına çıkılacağı anlamına gelmez. Bir taraf iddiasını mahkeme önüne ne kadar inandırıcı şekilde getirirse getirsin, bu sadece bir iddiadan ibarettir. İddia edilen vakıanın sabit yani doğru kabul edilebilmesi için, ispat yükü üzerine düşen tarafın, bunu kanundaki delil sistemi içinde yine kanunun aradığı ispat ölçüsü çerçevesinde ispat etmesi gerekir. Tam ispatın arandığı durumlarda, bu ölçü tereddütsüz ortaya konmalıdır. Yaklaşık ispat durumunda ise hâkim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, zayıf bir ihtimal de olsa, aksinin mümkün olduğu ihtimalini göz ardı etmez. Bu sebepledir ki, genelde geçici hukukî korumalara, özelde ihtiyatî tedbire ve ihtiyatî hacze karar verilirken, haksız olma ihtimali de dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması öngörülmüştür. Geçici hukukî korumalarda, bazen karşı tarafın dinlenmemesi, tüm delillerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesine yeterli zamanın olmaması gibi sebeplerle, yaklaşık ispat yeterli görülmüştür. Bu çerçevede, aslında ispat ölçüsü bakımından bir yenilik getirilmemekle birlikte, ‘yaklaşık ispat’ kavramı kullanılarak, doktrinde kabul gören ifade Tasarıya alınmış, ayrıca burada hem tam ispatın aranmadığı belirtilmiş hem de basit bir iddianın yeterli olmadığı vurgulanmak istenmiştir.”
6100 sayılı kanunun yürürlüğe girmediği, yani 1086 sayılı HUMK’un yürürlükte olduğu dönemde, dönemde de doktrin ve Yargıtay içtihatları açık kanun hükmü olmamasına rağmen ihtiyati tedbirde yaklaşık ispatın uygulanması yönünde görüşe sahipti. Nitekim Yargıtay HUMK döneminde verdiği bir kararında da “…Gerçekten, tedbir kararı verilebilmesi için, davanın ispatına elverişli delil bulunması zorunlu olmayıp, istekte haklı olma ihtimalinin mevcut olması yeterlidir. Onun için tedbir isteği üzerine yapılan murafaada davanın esasına girilmesi keyfiyeti, sadece tedbir isteğinin kabule değer olup olmadığını takdir içindir. Diğer bir deyimle, bu gibi hallerle sınırlı olarak davanın esasına girilir…”[1] Diyerek ihtiyati tedbirde yaklaşık ispatın uygulanması gerektiğini belirtmiştir.
Yaklaşık ispat yükünün dağılımı ihtiyati tedbir ve bu anlamda geçici hukuki korumalarda da büyük öneme sahiptir. Bu durum ihtiyati tedbirin veya geçici hukuki korumanın verilmesinin başarı şansını büyük ölçüde belirler. Kimin yaklaşık ispat faaliyetini gerçekleştireceğini ve bu faaliyetin kapsamının neler olduğu oldukça hassas bir konudur[2].
İhtiyati tedbir talepleri açısından ispat yükünün nasıl olacağını belirleyecek olursak, iddiayı ileri sürüp lehine karar elde etmeye çalışanın iddia ve ispat yükü altında bulunduğuna işaret edilmiştir. Zaten çoğu kez karşı taraf dinlenmeden ihtiyati tedbire karar verildiğinden ondan ispat yükünü yerine getirmesi de beklenemez[3]. Bu yüzden, ihtiyati tedbirde talep eden taraf ispat külfeti altına girecektir.
B. İSPAT ÖLÇÜSÜ
İspat ölçüsü “iddia edilen bir vakıanın, hâkim tarafından ne zaman ispatlanmış kabul edilip bu vakıaya dayanılarak karar verilebileceğini, yani hâkimin dayanılan vakıayı ispatlanmış kabul edebilmesi için gereken kanaatin derecesini” ifade etmek için kullanılan bir kavramdır[4]. Yani ispat ölçüsü hâkim için net bir sonuca varmasını gerektirip gerektirmemesine göre değişkenlik arz eden bir durumdur. Bu yüzden ispat ölçüsü tam ve yaklaşık ispat olarak ikiye ayrılır. Bir davada hâkim kanaati için asıl olan tam ispattır. Kanunun özel olarak düzenlediği hallerde ise hâkim tarafından yaklaşık ispat aranır[5] .
1. Tam İspat
Hâkimin, iddia edilen vakıanın varlığına tam olarak inanması, bu konuda makul bir tereddüt yahut şüphesinin bulunmaması halinde tam ispat söz konusu olur[6]. Ancak burada bahsi geçen tam ispatın, her olay bakımından, matematiksel bir kesinlik derecesinde gerçekleşmesi beklenemez ve beklenmemelidir. Buradaki kesinlik (gerçeklik), normal hayatta kabul edilebilir, normal hayata uygun, bir kesinliği (gerçekliği) ifade eder.
Senetle ispat kurallarının (kesin delillerle ispat zorunluluğunun) uygulandığı hallerde, bu kesinliğin belirlenmesi daha kolaydır. Kanunda sayılan delillerin mevcut olması halinde, hâkimin, o vakıanın gerçekleştiğini kabul etmesi gerekecek, diğer bir ifade ile hâkimin o vakıa bakımından tam bir kanaate sahip olduğu kabul edilecektir. Bu yönüyle örneğin senetle ispatın zorunlu olduğu bir vakıada senet ortada yoksa istisnai haller dışında, vakıanın ispat edilemediği hâkim tarafından kabul edilecektir.
Kesin delillerle ispatın zorunlu olmadığı davalarda ise bu kesinlik, hâkimin vicdani kanaatine göre belirlenir. Ancak, bu durum, hâkimin keyfi kararlar almasına sebep olmamak zorundadır. Hâkim, mevcut delillerin hepsini toplamalı, bu delilleri, objektif bir şekilde değerlendirmeli ve kararını pratik hayat standartlarına göre kabul edilebilir, makul gerekçelere dayandırmalıdır[7] .
2. Yaklaşık İspat
Yaklaşık ispatta, hâkim bir vakıanın gerçekleştiği hususunda tam olarak bir kanaate sahip olmamaktadır, ancak bu vakıanın varlığını muhtemel görmesi de gerekmektedir. Bu yönüyle, bu vakıanın gerçekleşmeme ihtimali de mevcuttur. Hâkim, vakıanın gerçekleşme ihtimalinin, gerçekleşmemesine oranla daha fazla olduğuna kanaat getirirse, o vakıayı ispatlanmış kabul edebilir[8] .
Yaklaşık ispat terimi yerine yaklaşık ispatın olduğu yerlerde kanunda başkaca ifade biçimleri kullanıldığı görülmektedir. “Muhtemel görme” (HMK m. 38/6); “talebin dayandığı sebepler ile bunların delil veya emareleri” (HMK m. 97); “mahkemece kanaat getirildiği” (HMK m. 220); “haklı oldukların yolunda kanaat uyandırmak” (HMK m. 334), gibi ifadeler kullanılmıştı. Ancak açık biçimde yaklaşık ispat terimi kanuni metinlerde yer almamıştı[9].
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 390. maddesi ile birlikte yaklaşık ispat terimi de hukukumuza girmiştir. 390. maddenin üçüncü fıkrasına göre “tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını, yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır” diyerek yaklaşık ispata mevzuatta terim olarak yer verilmiştir.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, Türk hukukunda asıl olan tam ispattır. Yaklaşık ispat ise kanunun belirlediği istisna hallerde söz konusu olur. Bu haller, genellikle hâkimin acele karar vermesi gereken haller ile delil ikamesinin güç olduğu durumlardır[10]. Örneğin HMK’ nın 389. maddesinde düzenlenen ihtiyati tedbir ile İİK. 258. maddesinde düzenlenen ihtiyati haciz taleplerinde hâkimin araması gereken ispat ölçüsü yaklaşık ispattır[11]. Bu yüzden, yaklaşık ispat niteliği itibari ile dava olmayan, mahkemeden bir takım usuli taleplerin kabul edilmesinde incelenmesi gereken maddi şartların ispatında kullanılan bir yöntemdir[12]. Burada hâkim vereceği ihtiyati tedbir kararında, hükmün kesinleşmesine kadar devamına da karar verebilecektir.
Yaklaşık ispat durumunda, taraflar arasındaki sübjektif hak ihlaline ilişkin çekişmeyi sonsuza kadar çözücü mahiyette bir karar verilemez. Çünkü yaklaşık ispatın konusu sübjektif hak uyuşmazlığı değil usuli taleplerdeki maddi vakıaların ispatıdır. Sadece geçici hukuki himaye tedbirlerinden ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz durumlarında ve adli yardım talebi gibi yerlerde sübjektif hakka ilişkin bir yaklaşık kanaat faaliyetinin yapılması gerekebilir[13]. Bu tip durumların dışında yaklaşık ispat, usuli taleplerdeki maddi vakıaların ispatıdır.
C. İHTİYATİ TEDBİRDE YAKLAŞIK İSPATIN UYGULANMASI
İhtiyati tedbirlerde temel amaç, esas hakkında bir karar vermek olmayıp dava konusunun dava süresince korunmasıdır. İşte bunun sağlanabilmesi içinde hâkimde, tedbir nedeninin haklılığına ve tedbir sebebinin de mevcut olduğuna ilişkin belirli ölçüde kanaat uyandırılması gerekir[14]. Bu belirli ölçüde kanaat uyandırılması faaliyeti de yaklaşık ispatı ifade eder.
İhtiyati tedbirlerde yaklaşık ispatın konusu, hem tedbire esas teşkil eden talep (hak) ve hem de ihtiyati tedbir sebepleridir. Bu konuların ikisinin de yaklaşık ispat çerçevesinde ispatı gerekmektedir[15]. Aynı zamanda ikisi, birbirinden farklı kavramlardır. Tedbire esas teşkil eden talepten kasıt, açılan veya açılacak olan esas davadaki hak talebinin kendisidir. Örnek vermek gerekirse taşınmaza ilişkin ihtilafta taşınmazın kendisidir. Bu yönüyle, ihtiyati hacizlerdeki esas alacağın varlığına denk düşmektedir demek mümkün görülebilir. İhtiyati hacizlerde hem esas alacağın varlığı hem de gerektiğinde bunun şartları hakkında mahkemeye kanaat verilmelidir. İşte ihtiyati tedbir taleplerinin kabulü içinde hem tedbir talebine esas teşkil eden esas hakkın, hem de tedbir talebinin verilmesine sebep olan tehlikeli hal durumu ile tedbire karar verilmemesi halinde oluşması muhtemel zararın da yaklaşık olarak ispatlanması gerekir. Dolayısıyla bu anlamda esas yargılamadan farklılık içermektedir. Çünkü esas yargılamada yalnızca esas davaya temel teşkil eden hak talebinin koşul vakıaları ispatlanmalıdır. Oysaki tedbir taleplerinde tehlikeli hal durumunda ne olduğu yani ihtiyati tedbir sebepleri de ispata muhtaçtır[16].
Öte yandan, ihtiyati tedbir kararı verilmesi için yeterli olan yaklaşık ispat ölçüsü, karşı tarafı veya üçüncü şahısları zarara uğratabilecek bir hale de neden olabilecektir. Bundan dolayı, karşı tarafın veya üçüncü şahısların uğrayabileceği muhtemel zararları karşılamak amacıyla HMK m.392 uyarınca ihtiyati tedbir talep eden taraf teminat göstermek zorundadır[17]. Bu yönüyle, tedbir talep edenin haksız çıkması halinde tedbirden etkilenen, üçüncü kişilerde dâhil, tarafın zararı teminat sayesinde giderilecektir.
Hak talebinin yaklaşık olarak ispatında maddi hukukta düzenlenen soyut kuralın öngördüğü koşul vakıaların hepsi incelenmelidir. İspat ölçüsünün düşürülmesi, koşul vakıaların bir kısmının incelenmeyeceği ya da hızlı bir incelemeye tabi tutulacağı anlamına da gelmemektedir. Bu yönüyle, koşula ulaşmayı sağlayan vakıaların hepsi yine ele alınacaktır. Örneğin haksız fiilden kaynaklanan tazminat talebi ifa tedbirine konu olduğunda, tazminat hukuki sonucuna götürecek fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve illiyet bağı unsurlarının varlığı incelenecektir. İspat ölçüsünün düşürülmesi demek bu unsurların bazılarının incelenmesinden vazgeçmek demek değildir[18]. Ancak, burada bu koşul vakıaların ispat edilmiş sayılması için tam bir ispat gerekmeyecektir, aslında farklılık da buradadır denilebilir.
Yaklaşık ispatın gerçekleşmesi açısından, hâkimde talepte bulunanın hakkı ve ihtiyati tedbir sebepleri bakımından ciddî bir kanaatin oluşması gerekir. Belirtilen vakıaların var olduğu kuvvetle muhtemel görülüp, gerçek olmama ihtimalleri dışarda tutuluyorsa yaklaşık ispatın yerine getirildiğinden söz edilebilir. Doktrinde, karar verilecek tedbirin ağırlığı ile orantılı olarak yaklaşık ispatın ölçüsünün artırılması gerektiği, ne kadar şiddetli bir tedbire başvurulursa, o kadar da yaklaşık ispatın tam ispata yaklaşması gerektiği savunulmaktadır[19]. İfa tedbirlerinde olduğu gibi karşı tarafın ağır zararlara uğrama tehlikesi mevcut ise, maddi hukuk talebi esas bakımından daha sıkı bir incelemeye tabi tutulmalı, yaklaşık ispatın derecesi tam ispata kadar dahi yükseltilebilmelidir. Kısacası, karşı tarafı tehdit eden müdahale yoğunlaştığı ölçüde ispat ölçüsü yükseltilmelidir.[20] Birden fazla eve sahip bir insanın bir evi üzerine ihtiyati tedbir konulması halinde yaklaşık ispat tam ispattan uzaklaşacakken, yegâne bir evi olan kişiye karşı ihtiyati tedbir talep edilmesi halinde tam ispata yaklaşmak gerekecektir.
Yaklaşık ispat olanağından sadece talep eden taraf değil, aynı yargılama içinde dinleniyorsa karşı tarafın da yararlanması gerekecektir[21]. Aksi takdirde ihtiyati tedbir talebinde bulunan taraf lehine menfaat dengesi bozulmuş olacaktır[22].
Delillere ilişkin ise esas yargılamadan bir farklılık söz konusu olmayacaktır. Kesin delille ispatı gereken hususlar kesin delillerle, takdiri delille ispatı gereken hususlar takdiri delillerle ispat edilmelidir. Zira ispat ölçüsünün düşürülerek yaklaşık ispatın kabul edilmiş olması, delil sisteminden de tamamen vazgeçildiği anlamına gelmez. Sadece delillerin değerlendirilmesi veya bazı delillerin kullanılması farklılık gösterecektir[23]. Karşı tarafın dinlenmediği bir ihtiyati tedbir talebinde yemin deliline başvurma isteği de bu yüzden reddedilecektir. Yine, burada tam ispat değil, yaklaşık ispat aranacağından hâkimin normal bir davadaki delil değerlendirmesi ile ihtiyati tedbirdeki delil değerlendirmesi de bu yüzden farklı olacaktır. Ancak delil değerlendirmesini kararı verecek olan hâkim mutlaka yapmak zorundadır. Mevcut delillerin değerlendirilmesi sonucunda davacının esas hak yönünden haklı olma ihtimalinin ağır basan ihtimal ölçüsünde kanaat edinildiğinin de belirtilmesi gerekmektedir. Çünkü HMK’da yaklaşık ispatın konusunun esas davadaki haklılık durumu olduğu açıkça belirtilmiştir[24]. Dolayısıyla, hâkim önüne sürülen delilleri değerlendirmeden sırf delil var diyerek bir karar vermemelidir. Söz konusu deliller incelenip, esas hak yönünden haklı olma ihtimalinin ağır basıp basmadığı irdelenmelidir.
İhtiyati tedbirlerdeki yaklaşık ispat durumunda kural olarak hem delil serbestîsi hem de delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla tedbir talep eden taraf iddiasını kural olarak bütün deliller ile ispatlayabilir[25]. Mesele senetle ispat kuralları açısından belirsizlik göstermektedir. ALBAYRAK bu konuda senetle ispat kurallarının yaklaşık ispat durumunda geçerli olmayacağını belirtirken, PEKCANITEZ/ATALAY/ ÖZEKES ise senetle ispat kurallarının burada da uygulanması gerektiğinden bahsetmektedir[26]. Burada kanaatimce senetle ispat kurallarının uygulanması gerekmektedir. Zira burada senetle ispat edilmesi gereken bir vakıada senetle ispat yapılamıyorsa asıl dava açısından bu red sebebi teşkil edecektir. Zaten böyle bir durum söz konusu iken, aslında yaklaşık olarak ispatın da yapılamadığı kabul edilmelidir.
Yine bir başka hususta ihtiyati tedbirlerde yemin teklif edilip edilemeyeceği noktasındadır. İhtiyati tedbir için gerekli olan, tehlikeli bir durumun oluşacağı veya tedbirin kabul edilmemesi halinde bir zarar meydana geleceği durumu gelecekte meydana gelmesi muhtemel bir vakıadır. Bu “muhtemel tehlike” konusunda ise yemin teklif edilemez. Çünkü ortada henüz bir “bilinmezlik” mevcuttur. Kaldı ki yeminin kişiden sadır olan vakıalar konusunda edilmesi ilkesine aykırıdır[27]. Bu nedenlerden dolayı ihtiyati tedbir için yaklaşık ispatı sağlamada yemin deliline başvurmak da, yapısı gereği, mümkün değildir.
[1] Yargıtay 2. HD 9.1.1975 tarih, 1975/8686E. 1975/131K sayılı kararı
[2] Hakan ALBAYRAK, YAKLAŞIK İSPAT , (Doktora Tezi), Konya: 2012, s.319
[3] Muhammet ÖZEKES, Fikir Sanat Eserleri Hukuku’nda İhtiyati Tedbir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.4, 2002, No.2, s.89- 138, S.119
[4] Hakan PEKCANITEZ / Oğuz ATALAY / Muhammet ÖZEKES; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, , s. 408.
[5] Oğuz ATALAY, Medeni Usul Hukukunda Menfi Vakıaların İspatı, İzmir: 2001, s. 43
[6] PEKCANITEZ / ATALAY / ÖZEKES, s. 411.
[7] PEKCANITEZ / ATALAY / ÖZEKES, s. 411.
[8] PEKCANITEZ / ATALAY / ÖZEKES, s. 412.
[9] ALBAYRAK, s.37-38.
[10] PEKCANITEZ / ATALAY / ÖZEKES, s. 412.
[11] ATALAY, s. 43.
[12]ALBAYRAK, s.7
[13] ALBAYRAK, s.8
[14] Hakan ALBAYRAK, Yaklaşık İspat , (Doktora Tezi), Konya: 2012, s.172.
[15] Nitekim Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/6976 E.,2012/6023 K. sayılı kararında; Kadıköy 4. İcra Müdürlüğünün 2011/20123 E sayılı takip dosyasında davalı aleyhine kambiyo senetlerine mahsus yolla ve haciz talebi ile icra takibi başlatıldığı, takip sonunda davaya konu taşınmazın satışının söz konusu olabileceği ve bu durumun davacının açtığı davayı akim bırakabileceği anlaşılmaktadır. Burada taşınmaz üzerine HMK'nun 397/2. maddesi gereğince bu dosya üzerine konulan "davalıdır" şerhinin taşınmazın devir ve temlikini önleyici bir fonksiyonunun da olmayacağı açıktır. Doğaldır ki, davacının iddiasında haklı olup olmadığı yargılama sonunda tüm deliller toplandıktan ve incelendikten sonra ortaya çıkacaktır. Ancak, davaya konu taşınmaz payının başkalarına devri durumunda mahkemece verilecek hükmün infaz kabiliyetinin de ortadan kalkabileceği de açıktır. Bu durum ileride telafisi güç yada imkansız durumlar ortaya çıkarabilecektir.
Öyleyse, yerel mahkemece gerektiğinde davalının muhtemel zararlarının karşılanması amacıyla uygun bir miktarda teminat da alınarak ihtiyati tedbir talebinin kabulüne karar verilmesi gerekli iken, reddine ilişkin olarak verilen kararının doğru ve yasal olduğu söylenemez.” diyerek teminatın alınma nedenine ilişkin gerekçeyi belirtmiştir.
[16] ALBAYRAK, s.175.
[17] Cengiz Serhat KONURALP, 6100 SAYILI HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NA GÖRE İHTİYATİ TEDBİRLER,(s.225-273) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, cilt 71, sayı 2: 2013, s.238.
[18] ALBAYRAK, s.175.
[19] Muhammet ÖZEKES,Fikir Sanat Eserleri Hukuku’nda İhtiyati Tedbir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , C.4, 2002, No.2, s.89- 138, S.121
[20] ALBAYRAK, s.175
[21] ÖZEKES, s. 120
[22] ÖZEKES, s.121
[23] ÖZEKES, s.121
[24] ALBAYRAK, s. 350
[25] ALBAYRAK, s.176
[26] İki görüş için bkz. ALBAYRAK, s.176, PEKCANITEZ / ATALAY / ÖZEKES, s.719
[27] ALBAYRAK, s.176