11. Yargı Paketi

Gündem 28.12.2025 - 00:38, Güncelleme: 28.12.2025 - 00:38 105 kez okundu.
 

11. Yargı Paketi

11. Yargı Paketi
11. Yargı Paketi    Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan ve kamuoyunda 11. Yargı Paketi olarak anılan düzenlemeler mecliste kabul edilmiş ve yayımlanmıştır. Torba yasa, çok sayıda temel kanunda kapsamlı değişiklikler içermekte, bu yönüyle yalnızca teknik bir mevzuat güncellemesi değil, yargılama pratiğini, savunma makamının konumunu ve temel hak rejimini doğrudan etkileyen yapısal sonuçlar doğurmaktadır. 29 Kasım 2025 tarihli duyurumuzda da ifade edildiği üzere İstanbul Barosu tarafından yasama sürecinin başından itibaren düzenlemeler incelenmiş; kabul edilen değişikliklerin özellikle avukatlık mesleğinin bağımsızlığı, ceza adalet sisteminin ilkeleri, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve kişi özgürlüğü bakımından ciddi riskler barındırdığı tespit edilmiş, görüş ve önerilerimiz teklif sunulduğu günden bu yana paydaşlara iletilmiştir. Avukatlık Kanunu Disiplin Hükümlerine İlişkin Düzenlemelere Dair Değişiklikler:  Torba yasayla, avukatların disiplin sorumluluğuna ilişkin hükümlerde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeler, savunma hakkının kurumsal güvenceleri ve avukatlık mesleğinin bağımsızlığı bakımından özel bir önem taşımaktadır. 1- Anayasa Mahkemesi, Avukatlık Kanunu’nda yer alan disiplin hükümlerinin belirlilik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiş; disiplin fiillerinin soyut ve öngörülemez biçimde düzenlenmesinin, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle bağdaşmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda, disiplin fiillerinin kalemler halinde sayılması ve somutlaştırılması yönündeki yaklaşım, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesi kararının gereği olup, biçimsel açıdan olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir. 2- Bununla birlikte, yeni disiplin hükümlerinin de maddi anlamda belirlilik ilkesini tam olarak karşılamadığı görülmektedir. Özellikle; Avukatların hâkimler, savcılar ve diğer kamu görevlileriyle kurdukları mesleki ilişkiler bakımından “meslek onuruna, vakara aykırı davranış” gibi son derece genel, yoruma açık ve subjektif kavramların disiplin yaptırımına esas alınması, disiplin hukukunun istisnai ve dar yorumlanması gereken niteliğiyle bağdaşmamaktadır. Avukatlık faaliyeti, doğası gereği iddia, eleştiri, ısrar ve hak arama unsurlarını içermekte; kimi zaman yargısal makamlarla sert, rahatsız edici veya uyuşmazlığa dayalı bir iletişimi zorunlu kılmaktadır. Yargı mensupları ve görevlilerle ilişkilerde avukatı tek taraflı sorumluluk altına sokan yaklaşım kabul edilebilir değildir.  3- Bu bağlamda, düzenlemenin keyfiliği önleyecek nitelikte, yargının kurucu unsurları arasında eşitlik ilkesi gözetilerek, ifade özgürlüğü ve savunma hakkının özüne müdahale riski taşımaksızın düzenlenmesi gerektiği halde bu standartları taşımadığı açıktır.  4- Avukatlık Kanunu’nun 135/1-a maddesinde yer verilen “mesleki çalışmalarında hukukla ve kanunlarla ilgisiz açıklamalarda bulunmak” fiilinin disiplin yaptırımına bağlanması, savunma hakkının kapsamı ve sınırları bakımından ciddi sakıncalar içermektedir. Öncelikle, “hukukla ve kanunlarla ilgisiz açıklama” ibaresi, disiplin hukukunda zorunlu olan belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini karşılamamaktadır. Savunma faaliyeti yalnızca normatif metinlere indirgenebilecek dar bir hukuk tekniği değildir. Savunma; hukuki argümanlarla birlikte, olayın toplumsal, psikolojik ve tarihsel bağlamını, insan hakları boyutunu, adalet ve hakkaniyet ilkelerini, anayasal değerleri ve yargılamanın kamuoyu üzerindeki etkisini de kapsayan çok boyutlu bir kamusal faaliyettir. Bu yönüyle avukat, yalnızca müvekkilinin temsilcisi değil; yargının kurucu unsurlarından biri olarak adaletin gerçekleşmesine katkı sunan bağımsız bir aktördür.  Bu kapsamda hangi açıklamanın “ilgisiz” sayılacağına ilişkin objektif bir ölçütün bulunmaması, disiplin tehdidini savunmanın geneline yayma riski taşımaktadır. Daha da önemlisi, bu düzenleme, savunmanın eleştirel ve hak temelli niteliğini disiplin tehdidi altına sokabilecek niteliktedir. Avukatın duruşma sırasında veya dilekçesi ile yargılamadaki adalete, usule ve hak ihlallerine ilişkin değerlendirmeler yapması savunma görevinin doğal parçasıdır. Bu tür açıklamaların “ilgisizlik” gerekçesiyle yaptırıma konu edilebilmesi, savunma sınırlarını belirsizleştirerek oto-sansüre, duruşma sırasında savunmanın baskı altında olmasına yol açabilecektir. 5- 135/1-h bendinde yer verilen avukatların mesleki çalışması dışında kişisel anlaşmazlıklarda avukatlık sıfatının getirdiği imkânlardan yararlanmaya çalışma gerekçesi ile disiplin sorumluluğuna tabi tutulmalarını öngören düzenleme, savunma hakkının özüyle açık biçimde çelişmektedir. Avukatlık mesleği, yalnızca duruşma salonuna veya belirli bir “görev anına” indirgenebilecek bir faaliyet değildir. Savunma hakkı; soruşturma, kovuşturma ve infaz süreçlerinin tamamında, hatta bu süreçlere fiilen başlanmadan önce dahi, kesintisiz ve sürekli bir anayasal güvencedir. Bu nedenle avukatın mesleki güvenceleri, “kişisel alan” “mesleki çalışma” gibi dar ve indirgeyici bir yaklaşımla sınırlandırılamaz. Bu çerçevede; üst aramasına ilişkin güvencelerin talep edilmesi, avukatlık kimliğinin ibraz edilmesi ve korunması, mesleki sıfatın tanınmasına yönelik hakların kullanılması avukatın keyfî bir ayrıcalığı değil, savunma hakkının etkin kullanımı için zorunlu olan yapısal güvencelerdir. Bu güvencelerin kullanılmasının disiplin tehdidi altına alınması, avukatı mesleğini icra ederken sürekli bir baskı ve caydırıcılık mekanizması ile karşı karşıya bırakmakta; savunmayı fiilen zayıflatmakta ve etkisizleştirmektedir. Avukatın mesleki güvencelerini kullanmasının disiplin yaptırımına konu edilebilmesi, savunma makamını yürütmenin ve kolluğun takdirine açık hâle getirmekte; avukatlık mesleğini bağımsız bir kamusal işlev olmaktan çıkararak itaat ve uyum yükümlülüğü altına sokmaktadır. Bu yaklaşım, hukuk devletinde kabul edilemez. Avukatın mesleki kimliğinin ve buna bağlı güvencelerin korunması, yalnızca avukatın değil, yurttaşın adalete erişim hakkının doğrudan güvencesidir. 6- “Nitelik ve ağırlığı itibarıyla yukarıda belirtilen eylemlere benzer eylemlerde bulunmak” şeklindeki ifadeler, Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında aranması gereken maddi anlamda kanunilik ve belirlilik koşullarını karşılamamakta olup, uygulamada keyfî ve öngörülemez sonuçlara zemin hazırlama riski taşımaktadır. 7- Belirlilik ilkesini ihlal eden düzenlemeler ilk bakışta “mesleğin değerini” koruyor gibi görünse de; disiplin hukukunun istisnai ve dar yorumlanması gereken niteliğiyle birlikte düşünüldüğünde, yorum alanını büyütüp keyfîliğe açık kapı bırakmaktadır. Devletler, avukatların mesleki faaliyetlerini baskı, engelleme, yıldırma olmaksızın yürütmesini sağlamalı; avukatlar mesleki görevleriyle uyumlu eylemleri nedeniyle idari/ekonomik yaptırım tehdidine maruz bırakılmamalıdır.  Bu nedenle disiplin rejimi; “yargı düzenini koruma” adı altında savunmayı zayıflatacak bir kontrol aracına dönüşmemelidir. 8- Avukatlar bakımından mahkumiyet hükmü dışında verilebilecek kimi karar ve hükümlerin disiplin yaptırımı bakımından gerekçe olması Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ifadesini bulan masumiyet karinesine açıkça aykırılık yaratmaktadır.  Ceza Hukukuna İlişkin Değişiklikler:  1- Ceza hukukunun teknik terminolojisinde “tam ve kısmi akıl hastalığı” kapsamında değerlendirilen kişilere ilişkin düzenlemelerde değişikliğe gidilmiş; bu kişilerin tedavilerine yönelik olarak hâkimlerin ve uzmanların takdir alanı daraltılmış, akıl hastalığı bulunan bireylerin cezalandırılmasına ilişkin kanuni zorunluluklar öngörülmüştür. Düzenlemenin bu haliyle, ceza hukukunun kusur ilkesi ve kişiselleştirme esaslarıyla bağdaşmadığı; kişi hak ve özgürlüklerine demokratik bir toplumda gerekli olmayan müdahalelere yol açabileceği ve bu yönüyle hak ihlali kararlarına zemin hazırlayabileceği değerlendirilmektedir. 2- Ceza Muhakemesi Kanunu’na 128/A maddesi olarak eklenen düzenleme, banka ve ödeme kuruluşlarına, kolluk veya Cumhuriyet savcısının talebi dahi olmaksızın, tamamen kendi inisiyatifleriyle hesaplara erişimi sınırlandırma yetkisi tanımaktadır. Bu düzenleme ile banka ve kredi kuruluşlarına fiilen kolluk yetkisi ve tedbir uygulama fonksiyonu yüklenmesi, hukuk devleti ilkesine açıkça aykırıdır. Ceza muhakemesinde mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin, ancak kanunla belirlenmiş, yargısal denetime açık, ölçülü ve istisnai koşullar altında mümkün olabileceği gözetildiğinde; idari veya özel hukuk tüzel kişisi niteliğindeki bankaların, herhangi bir yargı kararı olmaksızın bu tür ağır sonuçlar doğuran tedbirler alabilmesi anayasal güvencelerin devre dışı bırakılması anlamına gelmektedir. 3- Aynı madde ile, banka ve ödeme kuruluşlarının bu yönde karar almalarını teşvik etmek amacıyla “hukuki sorumsuzluk” rejimi öngörülmesi, yasa koyucunun esasen hak ihlallerinin bilincinde olunduğunu ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, mülkiyet hakkına yönelik müdahaleleri istisna olmaktan çıkararak rutin ve denetimsiz bir uygulama alanına dönüştürme riski taşımaktadır. Düzenlemenin bir diğer ciddi sakıncası, kötüye kullanımı önleyecek etkili ve bağımsız bir denetim mekanizması içermemesidir. Banka tarafından alınan erişim sınırlandırma kararlarına karşı başvuru yolunun hâkimlikler yerine Cumhuriyet savcılarına bırakılması, etkili başvuru hakkı ve yargısal denetim güvencesini zayıflatmaktadır. Savcılık makamının soruşturmanın tarafı olduğu bir süreçte, bu tür müdahalelere karşı etkili ve tarafsız bir denetim sağlanması mümkün değildir. 4- TCK’nın 75. maddesinde yapılan düzenleme ile, hakaret suçunun, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi hâli dışında ön ödeme kapsamına alınmıştır.  Hakaret suçunda korunan hukuki değer kişinin şeref ve saygınlığı olup, mağdurun kamu görevlisi olup olmamasına göre farklı bir usul rejimi öngörülmesini haklı kılacak nesnel ve makul bir gerekçe bulunmamaktadır. Aksine, kamu görevlilerinin görevleri gereği daha geniş bir eleştiri ve denetime açık olmaları, bu kişilere yönelen ifadelerin daha ağır bir usul rejimine tabi tutulmasını değil, ifade özgürlüğü bakımından daha dar yorumlanmasını gerektirir. Bu yönüyle düzenleme, önceki eşitsizliği gidermek yerine mağdurun statüsüne dayalı yeni bir ayrım yaratmakta; ceza hukukunda eşitlik ve tutarlılık ilkelerini zedelemektedir. Bu yaklaşım Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E: 2024/197; K: 2025/86 sayılı kararıyla ortaya koyduğu tespitler açısından sorunludur. 5- Düzenleme ile istinaf mahkemelerinin bozma kararı verme yetkisi de genişletilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda verdiği [AYM [GK], B. No: 2023/33667, 9/1/2025] karar ile istinaf mahkemelerinin kendi görmeleri gereken dosyaları ilk derece mahkemelerine iade etmesi şeklindeki uygulamalar mahkemeye erişim hakkı kapsamında adil yargılanma hakkı ihlali olarak kabul edilmişti. Mevcut düzenleme ise mahkemelerin hukuka uymasını beklemek yerine hukuku mahkemelere uydurmak gibi bir anlayışın ürünü olarak dikkat çekicidir. Bu bakımdan istinaf mahkemelerinin adeta bölgesel yargıtaylara dönüşmesi, bozma kararlarına karşı direnilemeyeceği de gözetildiğinde hukuk birliğini tehdit eder bir nitelik kazanma riskini gündeme getirmektedir. İnfaz Hukukuna İlişkin Değişiklikler: İnfaz Kanunu’nda da denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanacağı alanın genişletilerek örtülü bir af düzenlemesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak söz konusu yaklaşım, ceza adalet sisteminin yapısal sorunlarını çözmekten uzak olduğu gibi, temel haklar ve insan hakları bakımından yeni ve derinleşen riskler de barındırmaktadır. 1- Kamuoyunda “kuyu tipi” cezaevleri olarak bilinen infaz kurumlarında yaşanan ve giderek ağırlaşan yapısal sorunların, “yargı reformu” iddiasıyla hazırlanan bir düzenlemede mutlaka bütüncül biçimde ele alınması gerekmekteyken dikkate alınmaması, insan onuruna dayalı infaz anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Düzenleme ile bir yandan infaz rejimini gevşetirken, diğer yandan bazı suç tiplerine ilişkin cezaları artırması, ceza politikasında tutarlılık ve ölçülülük ilkesini zedelemektedir. Bu yaklaşım, kısa vadede cezaevlerinin boşaltılması, orta vadede ise yeniden aşırı doluluk yaratılması sonucunu doğuracaktır.  2- İnfaz Kanunu’nda yıllardır süregelen parçalı, geçici ve palyatif değişiklikler, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkesini ciddi biçimde aşındırmıştır. Sürekli değişen denetimli serbestlik ve koşullu salıverme rejimleri, cezanın öngörülebilirliğini ortadan kaldırmakta; mahpuslar, mağdurlar ve toplum bakımından cezanın ne olduğu ve ne zaman sona ereceği sorusunu belirsiz hâle getirmektedir. Bu durum, cezanın caydırıcılık ve adalet duygusu üzerindeki etkisini zayıflatmaktadır.  3- Öte yandan, infaz rejiminin bu denli karmaşık ve sürekli değişen bir yapıya kavuşturulması, mahpusların etkili başvuru ve hukuki yardım haklarını da zayıflatmaktadır. Hukukçuların dahi takip etmekte zorlandığı bir sistemde, mahpusların ve yakınlarının infaz sürelerini şeffaf ve güvenilir biçimde öngörebilmesi fiilen imkânsız hâle gelmektedir. Bu durum, hukuki belirlilik ve erişilebilirlik ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. 4- İnfaz düzenlemelerinin yapısal sorunlar giderilmeden, yalnızca cezaevi nüfusunu geçici olarak azaltmaya yönelik niceliksel bir rahatlama hedefiyle ele alınması; infaz hukukunun temel amaçları olan ıslah, yeniden topluma kazandırma ve yeniden suç işlenmesini önleme hedeflerini işlevsiz hâle getirmektedir. Bu yaklaşım, infazı bir sosyal politika ve insan hakları meselesi olmaktan çıkararak, kısa vadeli idari bir yönetim aracına indirgemektedir. Oysa insan haklarına dayalı bir infaz rejimi; cezaevlerinin doluluk oranlarını geçici olarak düşürmeye odaklanan düzenlemelerle değil, mahpusların insan onuruna uygun koşullarda barındırılmasını, sağlık ve psikososyal destek hizmetlerine etkin erişimini, eğitim ve mesleki gelişim olanaklarının güçlendirilmesini ve etkili, şeffaf ve denetlenebilir denetimli serbestlik mekanizmalarının kurulmasını zorunlu kılar. Bu unsurlar sağlanmadan yapılan infaz düzenlemeleri, suçun tekrarını önlemek bir yana, toplumsal güvensizliği ve cezasızlık algısını derinleştirme riski taşımaktadır.  5- Bu çerçevede, İnfaz Kanunu’nun parçalı ve geçici değişikliklerle değil, ceza adalet sisteminin bütününü gözeten bir yaklaşımla kapsamlı biçimde yeniden ele alınması zorunludur. Ceza politikası, mağdur hakları, mahpus hakları ve toplum güvenliği arasında hak temelli, ölçülü ve sürdürülebilir bir denge ancak demokratik, katılımcı ve şeffaf bir tartışma süreci ile kurulabilir. Aksi hâlde, ceza hukukunda uzun süredir toplum vicdanını yaralayan uygulamalar sona erdirilmeden ve hukuk devleti ilkelerine gerçek anlamda dönüş sağlanmadan yapılacak infaz düzenlemeleri, geçici rahatlamalar dışında kalıcı, öngörülebilir ve hak eksenli bir çözüm üretmekten uzak kalacaktır. Adliye Haber Cevdet Düz
11. Yargı Paketi

11. Yargı Paketi 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan ve kamuoyunda 11. Yargı Paketi olarak anılan düzenlemeler mecliste kabul edilmiş ve yayımlanmıştır. Torba yasa, çok sayıda temel kanunda kapsamlı değişiklikler içermekte, bu yönüyle yalnızca teknik bir mevzuat güncellemesi değil, yargılama pratiğini, savunma makamının konumunu ve temel hak rejimini doğrudan etkileyen yapısal sonuçlar doğurmaktadır.

29 Kasım 2025 tarihli duyurumuzda da ifade edildiği üzere İstanbul Barosu tarafından yasama sürecinin başından itibaren düzenlemeler incelenmiş; kabul edilen değişikliklerin özellikle avukatlık mesleğinin bağımsızlığı, ceza adalet sisteminin ilkeleri, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı ve kişi özgürlüğü bakımından ciddi riskler barındırdığı tespit edilmiş, görüş ve önerilerimiz teklif sunulduğu günden bu yana paydaşlara iletilmiştir.


Avukatlık Kanunu Disiplin Hükümlerine İlişkin Düzenlemelere Dair Değişiklikler: 

Torba yasayla, avukatların disiplin sorumluluğuna ilişkin hükümlerde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeler, savunma hakkının kurumsal güvenceleri ve avukatlık mesleğinin bağımsızlığı bakımından özel bir önem taşımaktadır.

1- Anayasa Mahkemesi, Avukatlık Kanunu’nda yer alan disiplin hükümlerinin belirlilik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiş; disiplin fiillerinin soyut ve öngörülemez biçimde düzenlenmesinin, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle bağdaşmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda, disiplin fiillerinin kalemler halinde sayılması ve somutlaştırılması yönündeki yaklaşım, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesi kararının gereği olup, biçimsel açıdan olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.

2- Bununla birlikte, yeni disiplin hükümlerinin de maddi anlamda belirlilik ilkesini tam olarak karşılamadığı görülmektedir. Özellikle; Avukatların hâkimler, savcılar ve diğer kamu görevlileriyle kurdukları mesleki ilişkiler bakımından “meslek onuruna, vakara aykırı davranış” gibi son derece genel, yoruma açık ve subjektif kavramların disiplin yaptırımına esas alınması, disiplin hukukunun istisnai ve dar yorumlanması gereken niteliğiyle bağdaşmamaktadır. Avukatlık faaliyeti, doğası gereği iddia, eleştiri, ısrar ve hak arama unsurlarını içermekte; kimi zaman yargısal makamlarla sert, rahatsız edici veya uyuşmazlığa dayalı bir iletişimi zorunlu kılmaktadır. Yargı mensupları ve görevlilerle ilişkilerde avukatı tek taraflı sorumluluk altına sokan yaklaşım kabul edilebilir değildir. 

3- Bu bağlamda, düzenlemenin keyfiliği önleyecek nitelikte, yargının kurucu unsurları arasında eşitlik ilkesi gözetilerek, ifade özgürlüğü ve savunma hakkının özüne müdahale riski taşımaksızın düzenlenmesi gerektiği halde bu standartları taşımadığı açıktır. 

4- Avukatlık Kanunu’nun 135/1-a maddesinde yer verilen “mesleki çalışmalarında hukukla ve kanunlarla ilgisiz açıklamalarda bulunmak” fiilinin disiplin yaptırımına bağlanması, savunma hakkının kapsamı ve sınırları bakımından ciddi sakıncalar içermektedir. Öncelikle, “hukukla ve kanunlarla ilgisiz açıklama” ibaresi, disiplin hukukunda zorunlu olan belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini karşılamamaktadır. Savunma faaliyeti yalnızca normatif metinlere indirgenebilecek dar bir hukuk tekniği değildir. Savunma; hukuki argümanlarla birlikte, olayın toplumsal, psikolojik ve tarihsel bağlamını, insan hakları boyutunu, adalet ve hakkaniyet ilkelerini, anayasal değerleri ve yargılamanın kamuoyu üzerindeki etkisini de kapsayan çok boyutlu bir kamusal faaliyettir. Bu yönüyle avukat, yalnızca müvekkilinin temsilcisi değil; yargının kurucu unsurlarından biri olarak adaletin gerçekleşmesine katkı sunan bağımsız bir aktördür.  Bu kapsamda hangi açıklamanın “ilgisiz” sayılacağına ilişkin objektif bir ölçütün bulunmaması, disiplin tehdidini savunmanın geneline yayma riski taşımaktadır. Daha da önemlisi, bu düzenleme, savunmanın eleştirel ve hak temelli niteliğini disiplin tehdidi altına sokabilecek niteliktedir. Avukatın duruşma sırasında veya dilekçesi ile yargılamadaki adalete, usule ve hak ihlallerine ilişkin değerlendirmeler yapması savunma görevinin doğal parçasıdır. Bu tür açıklamaların “ilgisizlik” gerekçesiyle yaptırıma konu edilebilmesi, savunma sınırlarını belirsizleştirerek oto-sansüre, duruşma sırasında savunmanın baskı altında olmasına yol açabilecektir.

5- 135/1-h bendinde yer verilen avukatların mesleki çalışması dışında kişisel anlaşmazlıklarda avukatlık sıfatının getirdiği imkânlardan yararlanmaya çalışma gerekçesi ile disiplin sorumluluğuna tabi tutulmalarını öngören düzenleme, savunma hakkının özüyle açık biçimde çelişmektedir. Avukatlık mesleği, yalnızca duruşma salonuna veya belirli bir “görev anına” indirgenebilecek bir faaliyet değildir. Savunma hakkı; soruşturma, kovuşturma ve infaz süreçlerinin tamamında, hatta bu süreçlere fiilen başlanmadan önce dahi, kesintisiz ve sürekli bir anayasal güvencedir. Bu nedenle avukatın mesleki güvenceleri, “kişisel alan” “mesleki çalışma” gibi dar ve indirgeyici bir yaklaşımla sınırlandırılamaz. Bu çerçevede; üst aramasına ilişkin güvencelerin talep edilmesi, avukatlık kimliğinin ibraz edilmesi ve korunması, mesleki sıfatın tanınmasına yönelik hakların kullanılması avukatın keyfî bir ayrıcalığı değil, savunma hakkının etkin kullanımı için zorunlu olan yapısal güvencelerdir. Bu güvencelerin kullanılmasının disiplin tehdidi altına alınması, avukatı mesleğini icra ederken sürekli bir baskı ve caydırıcılık mekanizması ile karşı karşıya bırakmakta; savunmayı fiilen zayıflatmakta ve etkisizleştirmektedir. Avukatın mesleki güvencelerini kullanmasının disiplin yaptırımına konu edilebilmesi, savunma makamını yürütmenin ve kolluğun takdirine açık hâle getirmekte; avukatlık mesleğini bağımsız bir kamusal işlev olmaktan çıkararak itaat ve uyum yükümlülüğü altına sokmaktadır. Bu yaklaşım, hukuk devletinde kabul edilemez. Avukatın mesleki kimliğinin ve buna bağlı güvencelerin korunması, yalnızca avukatın değil, yurttaşın adalete erişim hakkının doğrudan güvencesidir.

6- “Nitelik ve ağırlığı itibarıyla yukarıda belirtilen eylemlere benzer eylemlerde bulunmak” şeklindeki ifadeler, Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında aranması gereken maddi anlamda kanunilik ve belirlilik koşullarını karşılamamakta olup, uygulamada keyfî ve öngörülemez sonuçlara zemin hazırlama riski taşımaktadır.

7- Belirlilik ilkesini ihlal eden düzenlemeler ilk bakışta “mesleğin değerini” koruyor gibi görünse de; disiplin hukukunun istisnai ve dar yorumlanması gereken niteliğiyle birlikte düşünüldüğünde, yorum alanını büyütüp keyfîliğe açık kapı bırakmaktadır. Devletler, avukatların mesleki faaliyetlerini baskı, engelleme, yıldırma olmaksızın yürütmesini sağlamalı; avukatlar mesleki görevleriyle uyumlu eylemleri nedeniyle idari/ekonomik yaptırım tehdidine maruz bırakılmamalıdır.  Bu nedenle disiplin rejimi; “yargı düzenini koruma” adı altında savunmayı zayıflatacak bir kontrol aracına dönüşmemelidir.

8- Avukatlar bakımından mahkumiyet hükmü dışında verilebilecek kimi karar ve hükümlerin disiplin yaptırımı bakımından gerekçe olması Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ifadesini bulan masumiyet karinesine açıkça aykırılık yaratmaktadır. 

Ceza Hukukuna İlişkin Değişiklikler: 

1- Ceza hukukunun teknik terminolojisinde “tam ve kısmi akıl hastalığı” kapsamında değerlendirilen kişilere ilişkin düzenlemelerde değişikliğe gidilmiş; bu kişilerin tedavilerine yönelik olarak hâkimlerin ve uzmanların takdir alanı daraltılmış, akıl hastalığı bulunan bireylerin cezalandırılmasına ilişkin kanuni zorunluluklar öngörülmüştür. Düzenlemenin bu haliyle, ceza hukukunun kusur ilkesi ve kişiselleştirme esaslarıyla bağdaşmadığı; kişi hak ve özgürlüklerine demokratik bir toplumda gerekli olmayan müdahalelere yol açabileceği ve bu yönüyle hak ihlali kararlarına zemin hazırlayabileceği değerlendirilmektedir.

2- Ceza Muhakemesi Kanunu’na 128/A maddesi olarak eklenen düzenleme, banka ve ödeme kuruluşlarına, kolluk veya Cumhuriyet savcısının talebi dahi olmaksızın, tamamen kendi inisiyatifleriyle hesaplara erişimi sınırlandırma yetkisi tanımaktadır. Bu düzenleme ile banka ve kredi kuruluşlarına fiilen kolluk yetkisi ve tedbir uygulama fonksiyonu yüklenmesi, hukuk devleti ilkesine açıkça aykırıdır. Ceza muhakemesinde mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin, ancak kanunla belirlenmiş, yargısal denetime açık, ölçülü ve istisnai koşullar altında mümkün olabileceği gözetildiğinde; idari veya özel hukuk tüzel kişisi niteliğindeki bankaların, herhangi bir yargı kararı olmaksızın bu tür ağır sonuçlar doğuran tedbirler alabilmesi anayasal güvencelerin devre dışı bırakılması anlamına gelmektedir.

3- Aynı madde ile, banka ve ödeme kuruluşlarının bu yönde karar almalarını teşvik etmek amacıyla “hukuki sorumsuzluk” rejimi öngörülmesi, yasa koyucunun esasen hak ihlallerinin bilincinde olunduğunu ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, mülkiyet hakkına yönelik müdahaleleri istisna olmaktan çıkararak rutin ve denetimsiz bir uygulama alanına dönüştürme riski taşımaktadır. Düzenlemenin bir diğer ciddi sakıncası, kötüye kullanımı önleyecek etkili ve bağımsız bir denetim mekanizması içermemesidir. Banka tarafından alınan erişim sınırlandırma kararlarına karşı başvuru yolunun hâkimlikler yerine Cumhuriyet savcılarına bırakılması, etkili başvuru hakkı ve yargısal denetim güvencesini zayıflatmaktadır. Savcılık makamının soruşturmanın tarafı olduğu bir süreçte, bu tür müdahalelere karşı etkili ve tarafsız bir denetim sağlanması mümkün değildir.

4- TCK’nın 75. maddesinde yapılan düzenleme ile, hakaret suçunun, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi hâli dışında ön ödeme kapsamına alınmıştır.  Hakaret suçunda korunan hukuki değer kişinin şeref ve saygınlığı olup, mağdurun kamu görevlisi olup olmamasına göre farklı bir usul rejimi öngörülmesini haklı kılacak nesnel ve makul bir gerekçe bulunmamaktadır. Aksine, kamu görevlilerinin görevleri gereği daha geniş bir eleştiri ve denetime açık olmaları, bu kişilere yönelen ifadelerin daha ağır bir usul rejimine tabi tutulmasını değil, ifade özgürlüğü bakımından daha dar yorumlanmasını gerektirir. Bu yönüyle düzenleme, önceki eşitsizliği gidermek yerine mağdurun statüsüne dayalı yeni bir ayrım yaratmakta; ceza hukukunda eşitlik ve tutarlılık ilkelerini zedelemektedir. Bu yaklaşım Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E: 2024/197; K: 2025/86 sayılı kararıyla ortaya koyduğu tespitler açısından sorunludur.

5- Düzenleme ile istinaf mahkemelerinin bozma kararı verme yetkisi de genişletilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda verdiği [AYM [GK], B. No: 2023/33667, 9/1/2025] karar ile istinaf mahkemelerinin kendi görmeleri gereken dosyaları ilk derece mahkemelerine iade etmesi şeklindeki uygulamalar mahkemeye erişim hakkı kapsamında adil yargılanma hakkı ihlali olarak kabul edilmişti. Mevcut düzenleme ise mahkemelerin hukuka uymasını beklemek yerine hukuku mahkemelere uydurmak gibi bir anlayışın ürünü olarak dikkat çekicidir. Bu bakımdan istinaf mahkemelerinin adeta bölgesel yargıtaylara dönüşmesi, bozma kararlarına karşı direnilemeyeceği de gözetildiğinde hukuk birliğini tehdit eder bir nitelik kazanma riskini gündeme getirmektedir.


İnfaz Hukukuna İlişkin Değişiklikler:

İnfaz Kanunu’nda da denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanacağı alanın genişletilerek örtülü bir af düzenlemesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak söz konusu yaklaşım, ceza adalet sisteminin yapısal sorunlarını çözmekten uzak olduğu gibi, temel haklar ve insan hakları bakımından yeni ve derinleşen riskler de barındırmaktadır.

1- Kamuoyunda “kuyu tipi” cezaevleri olarak bilinen infaz kurumlarında yaşanan ve giderek ağırlaşan yapısal sorunların, “yargı reformu” iddiasıyla hazırlanan bir düzenlemede mutlaka bütüncül biçimde ele alınması gerekmekteyken dikkate alınmaması, insan onuruna dayalı infaz anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Düzenleme ile bir yandan infaz rejimini gevşetirken, diğer yandan bazı suç tiplerine ilişkin cezaları artırması, ceza politikasında tutarlılık ve ölçülülük ilkesini zedelemektedir. Bu yaklaşım, kısa vadede cezaevlerinin boşaltılması, orta vadede ise yeniden aşırı doluluk yaratılması sonucunu doğuracaktır. 

2- İnfaz Kanunu’nda yıllardır süregelen parçalı, geçici ve palyatif değişiklikler, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkesini ciddi biçimde aşındırmıştır. Sürekli değişen denetimli serbestlik ve koşullu salıverme rejimleri, cezanın öngörülebilirliğini ortadan kaldırmakta; mahpuslar, mağdurlar ve toplum bakımından cezanın ne olduğu ve ne zaman sona ereceği sorusunu belirsiz hâle getirmektedir. Bu durum, cezanın caydırıcılık ve adalet duygusu üzerindeki etkisini zayıflatmaktadır. 

3- Öte yandan, infaz rejiminin bu denli karmaşık ve sürekli değişen bir yapıya kavuşturulması, mahpusların etkili başvuru ve hukuki yardım haklarını da zayıflatmaktadır. Hukukçuların dahi takip etmekte zorlandığı bir sistemde, mahpusların ve yakınlarının infaz sürelerini şeffaf ve güvenilir biçimde öngörebilmesi fiilen imkânsız hâle gelmektedir. Bu durum, hukuki belirlilik ve erişilebilirlik ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.

4- İnfaz düzenlemelerinin yapısal sorunlar giderilmeden, yalnızca cezaevi nüfusunu geçici olarak azaltmaya yönelik niceliksel bir rahatlama hedefiyle ele alınması; infaz hukukunun temel amaçları olan ıslah, yeniden topluma kazandırma ve yeniden suç işlenmesini önleme hedeflerini işlevsiz hâle getirmektedir. Bu yaklaşım, infazı bir sosyal politika ve insan hakları meselesi olmaktan çıkararak, kısa vadeli idari bir yönetim aracına indirgemektedir. Oysa insan haklarına dayalı bir infaz rejimi; cezaevlerinin doluluk oranlarını geçici olarak düşürmeye odaklanan düzenlemelerle değil, mahpusların insan onuruna uygun koşullarda barındırılmasını, sağlık ve psikososyal destek hizmetlerine etkin erişimini, eğitim ve mesleki gelişim olanaklarının güçlendirilmesini ve etkili, şeffaf ve denetlenebilir denetimli serbestlik mekanizmalarının kurulmasını zorunlu kılar. Bu unsurlar sağlanmadan yapılan infaz düzenlemeleri, suçun tekrarını önlemek bir yana, toplumsal güvensizliği ve cezasızlık algısını derinleştirme riski taşımaktadır. 

5- Bu çerçevede, İnfaz Kanunu’nun parçalı ve geçici değişikliklerle değil, ceza adalet sisteminin bütününü gözeten bir yaklaşımla kapsamlı biçimde yeniden ele alınması zorunludur. Ceza politikası, mağdur hakları, mahpus hakları ve toplum güvenliği arasında hak temelli, ölçülü ve sürdürülebilir bir denge ancak demokratik, katılımcı ve şeffaf bir tartışma süreci ile kurulabilir. Aksi hâlde, ceza hukukunda uzun süredir toplum vicdanını yaralayan uygulamalar sona erdirilmeden ve hukuk devleti ilkelerine gerçek anlamda dönüş sağlanmadan yapılacak infaz düzenlemeleri, geçici rahatlamalar dışında kalıcı, öngörülebilir ve hak eksenli bir çözüm üretmekten uzak kalacaktır.

Adliye Haber Cevdet Düz

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adliyehaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.